Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Eylül 2010 Çarşamba

Dünya Dışı Yaşam Mümkün Müdür?

Milyonlarca gezegen demiştik bu gezegenler arasında sadece dünyada mı yaşam var?Öncelikle belirtmeliyim ki bunu her düşünen insan kabul etmez.Şimdi bunu sayısala dökelim.1961 yılının Kasım ayında West Virginia,Green Bank'taki Ulusal Radyo astronomi gözlem evinde 11 yetkili gizli bir toplantı yaptı.Tabi artık pek gizli değil gördüğünüz gibi.Bu toplantının konusu dünya dışı yaşamdır.Hatta aralarında dönemin nobel ödülü de almış Melvin Calvin gibi bilim adamları bulunan bu grup Green Bamk isimli formüle varmışlardır.Bu formüle göre galaksimizde bizimle iletişim kurmaya çalışan veya bekleyen veya birbirleriyle kurmaya çalışan tam 50 milyon buraya dikkat 50 milyon uygarlık yani yaşam formu olduğu ortaya çıkmıştır.Dikkatinizi çekmek istiyorum bu sonuç galaksimiz "Samanyolu" için olan bir sonuçtur.Formül (N=R + (fp)(ne) (f1) (fi) (fc) (L) ) şeklindedir.Burada gördüğünüz üzre bazı terimler var (fp) gibi bunlar terimler.Mesela (fp) terimi bize üstünde canlı bulunması mümkün yıldızları söyler.Bu formülü Samanyolu galaksisi için en küçük sayılarla uyguladığımızda vardığımız sonuç 40 civarıdır.Yani en köyü ihtimalle 40 değişik yaşam formu galaksimizde mevcuttur.Bu sayısal sonuçlarda zaten bizim düşünerek vardığımız sonuçları destekler niteliktedir.Hatta Amerikalı bir Astrofizikçi olan Dr.Sagan dünyamızın doğuşundan bugüne kadar en az 1 kere dünya dışı varlıklar tarafından ziyaret edildiğini öne sürer.Kısaca toparlayacak olursak evet dünya dışında yaşam mutlaka vardır ve olmalıdır.Umarım bu makale en azından olabilir mi? diye düşündüğünüz sorulara ışık tutmuştur.Diğer makalelerimde görüşmek üzere....
Mehmetcan(MEOX)

Sudaki Mucize

Yeryüzündeki bütün canlılar % 95 - % 50 sudan oluşur. Yaşam için son derece önemli olan su, Allah’ın bir lütfü olarak insanlara hazır olarak sunulmuştur. İnsanın suyu oluşturabilmesi için, elinde bütün hammaddeler olmasına rağmen, yoktan var edemeyeceği en önemli nimetlerden biri “su”’dur. Su, dünyanın oluştuğu esnada bir defaya mahsus olarak meydana gelmiş ve Rabbimiz tarafından canlılara sunulmuştur. Dünyanın varoluşundan bugüne kadar canlı hayatın devamını sağlayan su, aynı sudur.
Su, iki hidrojen ve bir oksijen atomunun birleşmesi sonucunda ortaya çıkan bir moleküldür. Doğada bol miktarda hidrojen ve oksijen atomu bulunmasına rağmen, bu atomlar bir anda birbirlerine bağlanarak suyu oluşturamazlar. Suyun oluşabilmesi için bu iki atomun çok yüksek bir sıcaklık ve enerji seviyesinde çarpışmaları gerekmektedir. Bu çarpışma esnasında, hidrojen ve oksijen atomlarını oluşturan bağlar zayıflar ve bu iki atom, yeni bir molekül olan suyu oluşturmak üzere birleşirler. Çarpışma esnasında suyun oluşabilmesi için gerekli yüksek ısı ve enerji, şuan yeryüzünde mevcut değildir. Şuan yeryüzünde bulunun bütün sular, dünyanın oluşumu esnasındaki yüksek ısı ve enerji sonucu oluşmuştur.
Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 3) ayetinden de anlaşıldığı gibi, yüce Rabbimiz yeryüzünde muhteşem bir sistem kurmuş ve hayati önem taşıyan suyun, yer ve gök arasında devir yapmasını sağlamıştır. Yeryüzünde bulunan su, sıcak havanın etkisi ile buharlaşır ve bulutlara ulaşır, bulutlara ulaşan su ise arınmış ve tazelenmiş olarak tekrar yeryüzüne düşer. Bu gerçek, bir ayette şu şekilde bildirilmiştir:
Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 68–69)
Yeryüzünde sıvı, katı ve gaz halinde olmak üzere oldukça fazla miktarda su bulunmaktadır. Bu miktarın %97'si tuzludur. Dünyadaki tatlı suyun %75'i ise kutuplarda katılaşır. Toplam suyun geriye kalan %1'i içilebilir, ama bunun çoğu ulaşılamayan derinliklerdeki yer altı sularıdır. Canlılığın ihtiyacını karşılayan su ise, göllerde ve nehirlerde bulunan toplam suyun %0.05'idir. Bu az miktar bile yeryüzündeki canlıların yaşaması için yeterlidir. . P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 23
Rabbimizin bir mucizesi ve aynı zamanda lütfü olarak, dünyadaki suların %97’sini oluşturan tuzlu sular, yani tüm denizler ve okyanuslar, aslında insan ve diğer kara canlılarının yaşamına hizmet ederler. Çünkü tatlı suyun insanlara ulaşması, denizlerdeki suların buharlaşarak bulutlarda birikmesi ve tekrar arınmış olarak yeryüzüne düşmesi ile mümkün olur.
Allahın ölçü ile yaratması, deniz ve karaların yeryüzündeki oranlarına bakınca da kendini gösterir. Yeryüzünün dörtte üçü su değil de kara olsaydı, kurak bölgeler ve çöller çok artardı. Su, şu anki miktarından fazla olsaydı bu kez de insanlara yaşam ve tarım açısından az bir alan kalır ve aşırı yağmur alacağı için verimsizleşirdi. Buradan da anlaşıldığı gibi, merhameti bol Rabbimiz, yeryüzündeki kara-su oranını insanın yaşamı için en ideal ölçülerde var etmiştir.
Sudaki mucizeler saymakla bitmez. “Suyun katı hali olan buzun yoğunluğu sudan daha azdır. Su, buz haline dönüştüğünde hidrojen bağları nedeni ile buzu oluşturan her bir molekül komşusunu sıkıca yakalar, ama buzu oluşturan bu moleküller arasındaki uzaklık çok fazladır. Dolayısıyla bu molekülleri oluşturan bağlar arasında boşluklar kalır. Katı haldeki suyun yapısı işte bu nedenle sıvı durumuna göre daha fazla boşluk içerir ve bu nedenle de daha az yoğundur.” (P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 23–24) Bunun sonucu olarak, tüm sıvıların katı hali sıvı halinden ağırken, suyun katı hali sıvı halinden daha hafiftir ve bardağa atılan buz daima yüzeye çıkar.
Hidrojen bağlarının bu özelliğinden dolayı su daima yüzeyden başlayarak donar. Suyun bu özelliği canlılık için oldukça önemlidir. Kutuplarda ve kış aylarında göl ve denizlerin üst kısımları buz tutar ve su yüzeyinde tonlarca ağırlıkta buz kütleleri oluşur. Buz kütlelerinin altında ise su, sıvı halde kalır. Suyun üst kısmında bulunan buz kütlesi, dışarıdaki soğuğun alt kısma geçmesine engel olur. Bu sayede alt kısımdaki su, artı 4 dereceye kadar soğur. İşte tam bu noktada suyun bu özelliğinin önemi karşımıza çıkar. Suyun yüzeyden donması ve alt katmanları izole ederek daha fazla soğumasını engellemesi vesilesiyle, suyun altındaki canlı hayat devam edebilir. Şayet su dipten donmaya başlasaydı, bir yalıtım olmadığı için donma yüzeye doğru devam edecek, deniz ve göllerin tamamı buz olacak, böylece sudaki yaşam son bulacaktı.
Suyun bir diğer hayati özelliği ise yüzey gerilimidir. “Örneğin hafif bir metali suya bıraktığınızda bunun dibe çökmediğini, suyun üzerinde sabit olarak kaldığını görürsünüz. Bunun yanında bazı böcekler de suyun yüzeyinde rahatlıkla yürüyebilmektedirler. Metal sudan daha ağırdır, böceklerin bir kısmı da öyle…” (Bilim ve Teknik, Eylül 96, Sayı 346, sf. 47 ) Peki bunlar suyun üzerinde nasıl durabilir? Yüce Rabbimizin yaratma sanatı burada tekrar karşımıza çıkar. Suyun yüzey gerilimini oluşturan, su moleküllerini birbirine bağlayan hidrojen bağlarıdır. Bu gerilim, su yüzeyindeki moleküllerin birbirleriyle ve alt kısımda kalan moleküllerle hidrojen bağı kurması ile oluşur. Bir nesnenin suyun dibine batması için, bu hidrojen bağlarından bazısının kopması gerekir. Gemileri su üstünde tutan şey de aynı yüzey gerilimidir. Şayet suyun bu özelliği olmasaydı gemilerin varlığından söz edilemezdi. Aynı zamanda balıklar da su altında yaşamak ve yüzmek için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyacakları için belki su altında bu kadar canlı türü de olmayacaktı.
Her sıvının yüzey gerilimi farklıdır. Su, diğer tüm sıvılardan daha yüksek bir gerilime sahiptir. Burada yine bir başka yaratılış harikası kaşımıza çıkar. Örneğin bitkilerin hiçbir pompa ve kas sistemi olmadan toprağın derinlerindeki suyu en yukarıdaki yapraklara kadar iletebilmesi, suyun yüksek yüzey geriliminden kaynaklanır. Şayet suyun yüzey gerilimi diğer sıvılardaki gibi düşük olsaydı, o zaman büyük kara bitkilerinin yaşaması imkânsız hale gelirdi. Bitkilerin olmadığı bir ortamda insanların yaşamını idame ettirebilmesinin mümkün olmadığını düşünürsek, Rabbimizin üzerimizdeki lütfüne bir kez daha şahit oluruz.
İçmemiz için en uygun şekilde yaratılmış olan suyun bir diğer mucizevî özelliği ise kokmamasıdır. Suyun kokması durumunda temizlik, yemek ve içmek insan için çekilmez hale gelebilirdi. Sudaki bu kusursuz tasarım, muhteşem ölçüler ve detaylar tesadüfle açıklanamayacak kadar karmaşık ve mükemmeldir. Elbette bu sistem, üstün bir aklın eseridir. İşte bu üstün aklın sahibi, âlemlerin Rabbi olan Allah tır.
Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz. (Müminun Suresi, 18)

DNA şifrelemeyi nasıl yapar?

 

DNA zinciri hücrenin içerisinde bulunan ve nukleus(çekirdek) adı verilen bir organelin içerisinde bulunur.Bir insanda ise yaklaşık 70-100 trilyon tane hücre vardır ve her bir hücrenin içerisinde DNA molekülü ayrı ayrı mevcuttur.Fakat dikkat ederseniz her hücre birbirinden farklı fonksiyonlara sahiptir. Mesela gözünüzdeki hücreyle elinizin deri hücreleri birbirinden farklıdır.Peki DNA ları aynı olan hücreler neden farklılaşma gösteriyorlar?.Yada şu şekilde soralım; Neden göz hücrelerimiz ile deri hücrelerimiz veyahut karaciğer hücrelerimiz ile dil hücrelerimizin DNA ları aynı olmasına rağmen, birbirlerine benzemiyorlar.Yanıt ise basittir.
DNA nın üzerinde "Histon" adı verilen bazı moleküller vardır.Bu moleküller DNA nın belirli bölgeleri dışında diğer tüm bölgelerinin üzerlerini kaparlar.Örneğin göz hücrelerinizde, bu moleküller yanlızca DNA nın gözle ilgili bölgelerini açık tutar.Diğer tüm bölgeler ise bu moleküller tarafından kapatılır.Aynı şey dil veya karaciğer hücreleri içinde geçerlidir.Mesela bir hücre dil hücresi olacaksa DNA nın yanlnızca dili meydana getirecek bölgeleri açık tutulur.Diğer bölgeler ise "Histon" lar tarafından kapatılır.
Eğer diğer bölgeler açık olsaydı sonuç tam bir facia olacaktı.Bir hilkat garibesine dönüşecektik. Fakat dönüşmüyoruz çünki hücrede son derece kompleks bir kontrol sistemi mevcuttur ve DNA nın kendini hatasız kopyalaması ve canlının her hücresininin görevini kusursuz bir biçimde tayin etmesini sağlar.
<IMG title="DNA şifrelemeyi nasıl yapar?" height=304 alt="DNA şifrelemeyi nasıl yapar?" src="/images/ocak2007/dna5.jpg" width=200 align=left>Yandaki şekilde DNA nın çift zincirli (ip merdiven gibi) ve aynı zamanda dönüm yaparak heliks oluşturmuş hali net bir şekilde görünmektedir.Altın renginde olan bölge ise zincirin omurgasıdır.Bu omurgaya Adenin, Guanin, Sitozin ve Timin adı verilen bazlar (Kırmızı, mavi, turuncu ve yeşil renkli)mükemmel bir sıra oluşturacak şekilde sıralanırlar.Resimde kısa bir bölgesi görülen DNA zinciri gerçekte çok uzun bir zincirdir. Bu zincir insan hücresinde ortalama olarak 1 metreyi bulabilir.
Ama ne muhteşemdirki bu kadar uzun bir zincir mikroskopla bile zor görülebilen bir hücrenin içine hassas bir biçimde paketlenerek yerleştirilir.
Dahada ilginci DNA daki bazların sıralamasını kağıda dökmeye kalkışırsak bir kütüphane dolusu ansiklopediye ihtiyacımız olacaktı. Yani vucudunuzdaki küçücük bir hücrenin içerisinde bir kütüphane dolusu kitabı dolduracak kadar bilgi saklıdır.Bu ise insan aklının kavramakta zorlandığı bir durumdur.DNA gerek yapısal gerekse fonksiyonel bakımdan gerçekten bir yaradılış harikasıdır.
DNA nın heliks yapısı her canlıda aynıdır.Fakat şekilde görülen altın rengindeki omurgaların arasında sıralanan renkli "bazların dizilimi" ise her canlıya özgüdür.
DNA nın yapısında bozulma ve zincirdeki bazların sıralamasında bir değişiklik olursa meydana gelecek canlı ya sakat doğar yada ölür. Örneğin çocuklarda "Down sendromu" yada "Anemi" adı verilen kan kanserinin nedeni DNA daki zincirin bozulmasından kaynaklanır.
Şu an bu satırları okuyacak kadar sağlıklı iseniz bunu hücrelerinizdeki muazzam kontrol sistemine borçlusunuzdur.