Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Ekim 2010 Çarşamba

Bir Yabancının Dönüşü ile ilgili çarpıcı konular

Bir Yabancının Dönüşü ile ilgili çarpıcı konular
Yakında çıkacak olan romanın ismi: Bir Yabancının Dönüşü..
Çarpıcı konular içeren bu kitap okuyuculara Batı medeniyetinin üstünlüğüne inanan bir Almanın yaşadıklarını anlatıyor.
Ülkesinden yabancılara karşı önyargılı bir düşüncelerdeyken bir Türk seyehat acentesinin önünde gördüğü resimler onu gizemleri aramaya itiyor. İçinde beliren gizemli duygular sayesinde Türkleri bulup onları tanımaya çalışıyor.
Ailesinin ve sevgilisinin karşı çıkmasına rağmen gizem arayışı için İstanbul'a gelen Alman Peter, burada Mevlana'yı keşfedince ona gelen mesaja ulaşır. Bu mesaj onu farklı maceraya itecektir. Diğer yandan doğu medeniyetinde tanıştığı iyilik Tanrıçası ile batı medeniyetinde bıraktığı sevgili arasında kalan Peter'in verdiği kararlar okuyucuları şaşkına çevirecek türden..
Ülkesine dönen Peter, Almanya Kendini Yok Ediyor adlı kitabı yazan Sarrazin'e karşı kitap çıkararak, ırkçılığa karşı mücadele eder. Burada Mevlana ile Sarrazin'i bir açıkoturumda karşı karşıya getirerek fikirleri tartıştırır. Bu açıkoturum heyecan içinde okuyacak olan okurlar, oradaki büyülü atmosferden kurtulamayacak tekrar tekrar o satırları okuyacak...
Bu değişimi okurların hissetmesi onlara bambaşka bir dünyanın kapılarını açacak..

Sıcaklığın Uzaklığı

Sıcaklığın Uzaklığı
190 metrekarelik bir daire,doğal gaz sistemli ve Denizli'de... Girince soldan ilk oda: Soğuk , hem de çok... Masanın üstündeki kuru bulaşıklı bardaklar ve onların kalabalığında kendine yer arayan kül tablası... Bu son sigara söz veriyorum,son !
Kendimi kandırarak avuntu duymayı bir gereksinim gibi algılıyorum son zamanlarda."Yalnızlık basit bir kıyafet,ben giymek istemem !"diyor benliğim ve sanırım pek de yanlış konuşmuyor.
Dün seninle çok gülmüştük ya dostum,akşam ben gidince eve yine yalnız kaldım işte."Hoşgeldin" aradım girdiğimde kapıdan,güldüm kendimce.Hep kendimce güldüm şu son bir aydır,kendimce ağladım ve kendimi kendimle daha da kaynaştırdım . Farkettim garipleştiğimin ve sustum . Son söylediklerim yankılandı odamda.
Doğal gaz sistemi iyi hoş da , yalnızlığın ayazını geçirmiyor ki.

Leke...

Leke...
Bakire olmanın onuru olarak benimsetilen o kırmızılığın kutsallığı üzerine birkaç anekdot...

İsmi lazım değil bir hanım kızımızın evlilik arifesinde aldığı uyarı üzerine kar beyaz çarşafını "lekesiyle" hemen nikah ertesinde teslim edeceği adres belirlenmiş. Ailenin yüz akı olacak "leke" kız babasının kabulüne sunulacak ve alınacak onaydan sonra namusa halel getirilmediği tasdiklenmiş olacakmış. Damadı benimsemeyen kız ailesi, ne maddi ne manevi yanlarında olmuşlar. Barışmak için tek şartları var; Çarşaf gelecek! Nikah kıyılmış, atı alan Üsküdar'ı geçmiş. Bekaret eğer önemli ise o da damadın tasası olmalıyken niye kız babası? ( Kız, mühendis! )

Kızın uğradığı tecavüzün dokuz mahalleye yayılacağı kaçınılmaz. Köy yerinde kimseyi inandıramazsın. Bunca yıl sakladığı ayıbı artık herkes öğrenecek... Gelen görücülere verilen red cevabına anası son noktayı koyuyor. Bu defa evlendirilecek! Hazırlıklar başlar. Çeyizindeki eksiklikler giderilir. Beyaz eşyası, dantelli örtülerle süslenir. . Dünürlerin ağzı kulağında. Davullu zurnalı düğün kurulacak, kınalı gelinlerini konu komşuya övdürecekler. Hayaller suya düşer...
Evlenince "bozulduğu" anlaşılır ve gerisin geri gönderilir baba evine. ( Kız, ev kızı )

Yıllarca evlenme meselesine soğuk durmuş bir başka kız... Eline erkek eli değmemiş kırk yıl boyunca. Anası ölmeden mürvetini görmek ister. Armudun sapı, üzümün çöpü derken seneler akıp geçmiş, yaş kemale ermiştir. Biraz da son fırsat olarak görülen adaya "he" denmiş ve geçkin yaşının verdiği çekiniklikle utana sıkıla oturmuş nikah masasına beyaz gelinliğiyle. Gerdeğe girecekleri eve yenge gönderilmiş. Kırk yaşındaki gelinin bekaret kanını mühürlemek üzere... ( Kız, emekli )

Bu üç örnek de gerçek hayattan alıntıdır. Hem öyle çok uzaklardan da değil, kendi yakın çevremden. Meselenin boyutu utandırıcı olduğu kadar düşündürücüdür de. İzlenme rekorları kıran ve suçunun ne olduğu sorulan dizideki kıza olan ilginin sebebi de tam da bu nedenlidir. İnsanlar ayıp aramaktadır. Bir kız için hem ayıp hem de günah sayılan bekareti teslimiyet mevzusuna odaklanmış bel altı meraklılarına sorum; Sizi niye ilgilendiriyor? Namus bir leke midir? İstekli ve ya cebren akıtılmış o kan damlacıklarında aradığınız namus ne kazandırıyor? Kızların en özeli olan o paylaşıma müdahil olmak, delile el koymuş savcı edasının mutluluğu mudur?
İntiharlar, psikolojik bozukluklar, sağlıksız nesiller besleyen o lekenin azametine bakın hele...

YASEMİN ANLAYAMAZ

ENVER AYSEVER AHMAĞI

ENVER AYSEVER AHMAĞI
Bu yazımızda şu gazeteci ve televizyoncu bozuntusu olan kıymeti kendinden menkul ve en son olarakta CHP parti meclisinde vitrin dekoru olarak kullanılmaya başlanan Enver Aysever ahmağından biraz bahsedeceğiz.

Neden televizyon görüntelerinden başka hiçbir şekilde tanımadığım bir kişiye ahmak dediğimi merak ediyorsanız az sonra açıklayacağım.

Üstelik ben hiçbir zaman hiçbir kişiye hakaret edecek bir kişiliğe sahip olmamama rağmen, neden bu adama ahmak diyorum.

Çünkü bu ahmak adam 23 veya 24 Ekim 2010 günü Habertürk Televizyonun'da Söz Sende programının sunucusu Balçiçek (Pamir) İlter'in konuğuydu.

Programda türban konusu tartışılırken bu ahmak adam aynen şöyle söyledi. "Türbanı özgürlüğün simgesi olarak tanıtan ahmaklar" ifadesini kullandı.

Birincisi fikrini açıklamak için televizyon tartışmasına çağrılan bir kişi acizlik içinde 70 milyonun gözüne içine bakarak "ahmaklar" ifadesini kullanmaz. Kendi ahmak olmasa başkasına, hele hele tanımadığı kişilere "ahmaklar" diyerek hakaret etmez.

İkincisi ben de bu adama ahmaklar diyorum. Çünkü bende türban veya başörtüsü davasının bir özgürlük davası olduğunu kabul ediyorum. Hatta 10-15 gün önce bu köşede "Rosa Parks ve Türban" başlıklı 2-3 günlük bir yazım yayınlanmıştı.

Türban veya başörtüsü davasını Amerika'daki Rosa Parks'ın özgürlük hareketine benzeterek, türbanın başını çektiği hereketin aslında ezilmişlerin düzene bir başkaldırısı, bir hak arama girişimi, arkasından gelen onlarca konuda gerçekleşen bir özgürlük hareketinin simgesi ve öncüsü olduğunu yazmıştım.

Ama ben bunları yazarken bilimsel ve sosyolojik verilere dayanarak bir fikir ortaya atmıştım. Kimseye hakaret etmemiştim. Kimseyi aşağılamamıştım. Aciz duruma düşmemiştim.

Ama bu aşağılık aciz adam ancak bu kadar fikir sahibidir ki düşüncesini medeni şekilde açıklamaktan aciz olarak karşısındaki binlerce ve hatta milyonlarca kişiye "ahmaklar" diyebiliyor.

Böyle bir kişide olsa olsa CHP'ye yakışır. Bu CHP'ki Genel Sekreteri İslam'la ve Peygamber Efendimiz Hz. Mumammed'le alay eder. Bu CHP'ki başını örten milyonlarca müslüman hanımı rahibeye benzetir. Bu CHP'ki halkını küçük ve göbeğini kaşıyan adama olarak görür. Ve bu CHP'ki yüzbinlerce ve hatta milyonlarca kişiye "ahmaklar" der. Sonrada bu halktan oy ister. Benim "Ahmaklar"ın olduğu partiye verecek oyum yok.

Bu partinin yetkilileri önce kendine bir çeki düzen versin, milleti aşağılamayı bıraksın, vatandaşına hakaret etmemeyi, manevi değerlerine saysılı olmayı öğrensin sonra gelsin vatandaştan oy istesin.

Maykıl ölmedi!..

Maykıl ölmedi!..
Kendi kendime, kendimden gelen yoğun istek üzerine, haftayı Maykıl'la açayım dedim..



Zira adamın meftalığına o biçim kıllanmış vaziyetteyim..



Ama peşinen söyleyeyim de başlık sizi işkillendirmesin..



Bu yazı berbat bir "Maykıl ölmedi, yüreğimizde yaşıyor.. Ah vah vah" zırvalığı falan değildir ha!..



Kim nalları dikerse diksin, arkasından böyle ağlaşanlara o biçim gıcığım.. (Ben ölünce de yapmayın emi..)



Ölmemiş de yüreğimizde yaşıyormuş..



Ba ba ba..



Daha birinci sınıftayken "Atatüüüüüürk ölmediiiiiiiii.. Yüreğimde yaşıyoooooooo" şarkısını o aptal aklımla bile hiç tınlamazdım..



Şimdi Ceksın'a gelirsek..



Bu ölüm kesinlikle bir pıromosyon!..



Yani palavra..



Kılasik ama sıra dışı bir albüm öncesi reklamı..



Sırf velvele çıkarmak için..



Malum, adamın yıllarca üstüne titrediği albümü, şu günlerde çıktı çıkıyor..



O dev turnelerin başlamasına 1 aydan az bişey var..



Efsanenin filaş bek'ine bir gıdım kaldı-kalmadı..



Her şey tam zamanında yapıldı yani..



Ufak ufak Maykıl Ceksın haberleri de son günlerde artıyordu zaten..



Tekrar gündemi yoklamak için habire eften püften Maykıl'ı hatırlatma havadisleri geliyordu gazetelere..



Mesela en son şu beyazlama olayına yeni bir açıklama peyda olduydu..



Meğer esasen keyfinden değil, yüzünde öbek öbek beyaz lekeler oluştuğu için solma gereği duymuş Maykıl bey..



Yani yanakları yüzüne yamalanmış gibi görükmesin diye kompile aklamış kendini..



Sonra evindeki antika oyuncaklarını açık arttırmaya çıkardığı havadisleri fırlayıverdi..



Kıytırık bir oyuncak olan bildiğimiz dalili dat dat otobüsü, bilmem kaç bin dolara satılmış..



Olay bu..



Sonra da malum Müslüman oldu ayakları..



"Adını Mikail Jaksuni'ye çevirdi" palavraları..



Abarttı da abarttı puşt..



E tabi bu kadar ufacık tefecik şeyler pek ses getirmeyince, Maykılgiller haliylen heyheylendiler..



Durum iyice vahimleşti..



Acilen bir şeyler yapmak gerekiyordu..



Bir gün bu Maykıl ve saz ekibi, toplaşıp bir masaya çömeldiler..



Başladılar ne yapsak ne yapsak ne etsek diye beyin fırtınasına..



Bunlar düşün düşün düşün..



Hımm.. hımm.. hımm..



Büyük bir kıyamet koparmak için şeytanice bir reklam gerekiyordu..




Onlar da şeytan şeytan düşündüler..



Ve nihayet bir şey buldular..



Şeytan bile onları kıskandı..



Akıllarına "Titanik 2" senaryosu dank etmişti..



Hani şu Leyonardo'nun aslında gebermediğinin ortaya çıktığı film..



Ve ampul tirink diye yandı!..



Titanik 2'deki hadisenin aynısının benzerini Maykıl'a uygulamak için kolları sıvadılar..



Hiç acımadan turp gibi Maykıl'ı (hessapta) öldürüverdiler..



Hemen arkasından bir çuval asparagas sebeple Ceksın'a kefeni iyice giydirdiler..



Pilanalrı da cuk diye oturdu..



..



Üstelik bir kere ölmüş olsa nerede bu adamın ceset fotoğrafı?..



Hiç Amerikan basını halktan Maykıl'ın ölüsünü esirger mi?..



Hadi diyelim morga girmelerine izin çıkmadı..



Bu gâvur gazeteciler cin gibidir abicim..



Tutuştururlar morg görevlisinin eline parayı, al Maykıl'ın fotoğrafını çek derler..



Bebito işi yani..



Ama bakın, o da yok..



Ayrıyetten Maykıl'ın mefta olduğu haberi henüz resmi olarak duyurulmuş da değil..



Çünkü Ceksın taş patlasın iki hafta sonra yeniden hortlayacak..



Tabi bu hortlayışa da bir kılıf uyduracaklar sonra..



Kimse de sesini çıkaramayacak..



"Niye öldün lan sen" diye hesap soracak değiller ya..



Belki de menajerleri bir halt daha yiyip, "Maykıl ceksın ölümsüz" falan diyeceklerdir..



Şüphesiz herkesler de bal gibi kanacaktır.. (Tarihte örnekleri çoooooook..)



Aha şuraya parmak basıyorum..



Maykıl abimiz pek yakında konserlere çıkıp göbecikler attırmaya, zil takıp ay yürüyüşleri yapmaya, elini şeysine götürüp kıvırmalara devam etmezse neyim..



Zira Maykıl ölmedi..



Etli butlu yaşıyor!..

DEJA-VU, Müslüm GÜNDÜZ ve JAMAİS-VU

DEJA-VU, Müslüm GÜNDÜZ ve JAMAİS-VU
İnsanoğlu hayatı boyunca o kadar çok enteresanlıklar yaşamak zorunda kalıyor ki bunu yaşamayanlara anlatmanız imkânsız gibi. Anlatsanız bile ya anlaşılmaz bir duruma neden olur ya da inandırıcılık sorunu doğar.
Bunu neden söylüyorum?
Bazen ilk kez gördüğünüz bir yeri daha önce gördüğünüze yemin billâh edebilirsiniz. Size o kadar tanıdık, o denli yakın ki ancak daha önce defalarca görmenizle mümkün olabilecek bir durum...
Bu yaşamı boyunca her insan için birden fazla kez söz konusu olabilmekte.
Bunu anlamak mümkün.
İnsanlar gıyabında aşina oldukları bazı olayları, yerleri, şahsiyetleri ilke defa gördüklerinde sanki daha önce görmüş gibi olabiliyorlar.
Ama tam tersi de mümkün.
Sizin sık gördüğünüz mekânlar,
Hep gezdiğiniz yerler,
İçinde yaşadığınız toplumla o kadar yabancılaşabilirsiniz ki... Sanki ilk kez karşılaştığınız bir yer, olay ve durummuş gibi tepki verirsiniz.
Aynı olayla defalarca karşılaşsanız bile her gördüğünüzde ilk kez görmüş gibi davranırsınız.
Buna jamais-vu derler. Fransızca bir sözcük/terim olan jamais-vu zaman ve mekâna yabancılaşma olarak tanımlansa eksik kalır. Bu sebeple cümlelerle ifade etmek gerekir.
Anlayacağınız jamais-vu dejavu denilen zihinsel yanılsamanın zıddıdır.
Dejavu hayatı boyunca görmediği bir kişi ya da mekanı daha önce gördüğünü zannetmesidir. Bu zihinsel bir yanılgı halidir. Jamais-vu ise tam tersi durumdur. Yani defalarca gördüğünüz, karşılaştığınız bir kişi ya da yeri hiç görmediğinizi sanıp ilk kez görür gibi davranmanızdır. (Bakın sabahtandır aynı cümleleri sanki bu yazıda ilk kez kuruyor gibi gereksizce tekrarlayıp durmaktayım)
İşte bende de son haftalarda jamais-vu denen durum gelişti. Çevreme ortama, her zaman karşılaştığım olaylara yabancılık çekmekteyim. Her sabah kapıyı açıp abonesi olduğum gazeteleri görünce "bunların ne işi var burada" der gibi bir durum yaşıyorum. İşe geç kaldığımı gören şoför ağabeymiz telefonu çaldırınca sanki ilk kez arıyormuş gibi tepki gösteriyorum ve daha benzer pek çok olay.
Şimdi beni bu yazıyı yazmaya sevk eden şey şu;
Az önce NTV'de 28 Şubat'ın GDO'lu şeyhi Müslüm GÜNDÜZ'ü izledim. Aklıma (şeytandan kaynaklı olsa gerek) Fransız üretimi devaju geliverdi. Dejavu hatırlanınca jamais-vu'yu hatırladım ve bu yazıyı yazma gereği duydum.
Fadime'nin şeyhi Müslüm bunca zaman işlediği haltları, 28 Şubat'ın kendisini hormonlatıp piyasaya sürülmesini, inançlı insanların haysiyetiyle oynamak isteyenlere nasıl malzeme olduğunu unutmuş gibi konuşuyordu. Pişkin, ukala, utanmaz bir tavır içindeydi. Zira o ve gibilerinin (hayâ damarı olmadığı için çatlamış diyemiyorum. Onun için yüzsüz ve hayâdan yoksun kişi diyorum.) Bize bu filmi defalarca izlettikleri halde sanki ilk kez piyasaya sürüyorlar ve sanki bizler de ilk kez karşılaşıyoruz gibi davranıyoruz (jamais-vu).
Müslüm sahte şeyhi Elazığ'dan kalkıp Ankara ve nihayetinde İstanbul gibi kentlerde arz-ı endam ederken bu imkânların kendisine nasıl tanındığını bilmeden davranıyordu. 28 Şubat hazırlığında olanların kendisini nasıl imkânlarla donattığını unutmuş gibi konuşuyordu. Şimdilerde aramız çok iyi olmasa da dönemin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olan başbakan, Müslüm GÜNDÜZ'ün haberlerini ilk gördüğünde;
"Bu adam özellikle bu günler için hazır bir şekilde bekletilip piyasaya sürüldü" mealinde bir tespitte bulunduğunu duymuştum. Ve;
"Bu adama neler neler yaptırıp bunun üzerinden inançlı insanları sıkıntıya sokup rencide edecekler" diye bir ön tespitte bulunmuştu.
Nitekim öyle de oldu. Anıtkabir, cübbe şov, Atatürk ve demokrasiyle ilgili tuhaf ve kasıtlı hakaretler... Sonra genç, alımlı, maviş, allı-pullu Fadime ile koyun koyuna kameralara çıkmalar.
Çok iyi hatırlıyorum, o bir yıla yakın sürede pek çok kötü niyetliler örtülü hanım görünce Fadime soytarısını düşünüyordu. Hem de yüksek sesle...
Şimdi Müslüm Fadimesiz kameralarda boy gösteriyor.
Sorası gelir insanın sende hiç utanmak, sıkılmak yok mu?
Müslümanlıktan dem vuruyorsun,
İman ile hayâsızlık aynı insanda nasıl durur?
Bunca zaman insanlara yüz, hatta beş yüz karası olması ona bir şey öğretmediğini gördüm.
Fadime ile ilişkisini savunuyor. Dinen nikahlı olduğunu iddia ederek işin içinden çıkmaya çalıştı. Mirgün CABAS'ın "20 yıldır nikahlıyım ifadene ne diyorsun" sorusunu "onu karıştırma" diyerek savuşturdu. Fadime'nin bar ve pavyon kadını olduğunu, bunun özellikle size "sunulduğunu" sorunca "karıştırma" gibi cevaplar vererek işin içinden çıkmaya çalıştı. Fadime'nin bir tuzak olup olmadığını soran Ruşen ÇAKIR'a "laikleri adam/insan saymıyorum" dedikten sonra sözüm ona lafını düzeltmek için "laikler bizi adam saymıyorlar, biz de onları insan saymıyoruz" diyerek daha da battı.
Bu hayâsız adam;
Kalkmış başörtüsünü savunuyor. Hanımların başörtüsü sorununa çare bulana bakın!

İSTİFA ETME SIRASI KİMDE?

İSTİFA ETME SIRASI KİMDE?
Galatasaray, Fenerbahçe'yle Şükrü Saraçoğlu stadında berabere kaldı.
Bu büyük bir olay!
On senedir hiç beraberlik alamamıştı Galatasaray, o deplasmanda!
Her durumda yeniliyordu!
İyi oynadığında da, kötü oynadığında da...
Ama bu maçta yenilmedi!

Fenerbahçe nedensiz bir şekilde çok temkinli ve ürkek başladı maça.
Üretkenlikten çok uzaklarda kamp kurmuştu.
Yabancıların bir bölümü yedek kulübesinde, diğerleri sahada soru işaretleri bırakarak maçı tamamladı.
Dia biraz hareketliydi ancak skora etki edemedi.
Fenerbahçe'nin devre arasında önemli transferler yapması kaçınılmaz gibi gözüküyor.
Aksi takdirde futbol otoriteleri belli bir süre sonra futbolcuları bırakıp, Aykut Kocaman'ı eleştirecekler.
Futbol adına sahada konuşulacak -Pino ve Volkan Demirel'in iyi performansları dışında- pek argüman yoktu.
Bu sebeple sadece olayın tarihi seyri skorun ve futbolun önüne geçti.

Süper Lig adına konuşmamız gereken asıl mesele, sıralama!
Galatasaray 9. sırada.
Fenerbahçe 4. sırada.
Beşiktaş 7. sırada.
İlk üç sırada, Bursaspor, Trabzonspor ve Kayserispor var.
Geçen yıl Bursaspor şampiyon oldu.
Rijkaard kovuldu.
Sırada Schuster ve Aykut Kocaman var.
İpleri her an çekilebilir.
Bu realite hiç kimsenin dikkatini çekmiyor.
Başta taraftarlar olmak üzere üç büyük takım adına herkes, hala her maçtan 3 puan alma gibi bir beklenti içerisinde!
Bu durum da, teknik direktörlerin ve yöneticilerin geleceklerini ipotek altına alıyor.
Üç büyük takım eğer farklarını ortaya koymak istiyorlarsa, sayısız yabancı transfer etmek yerine her yıl düzenli olarak 1 yıldız futbolcu almak koşuluyla üst düzey bir kadro kurmak gibi uzun vadeli bir yapılanma içine girmek zorundalar. Bu zorundalığı fark etmeyen ve önlem alamayan kulüpler, her sezon teknik direktör değiştirmek koşuluyla ancak görev sürelerini belli bir süre uzatmış olacaklardır.

Başta Bursaspor ve Kayserispor olmak üzere, kendi kimyasını değiştirebilen bütün Anadolu kulüplerine, ligin çehresini değiştirdikleri ve bu lige yeni bir ivme kazandırdıkları için bir sporsever olarak sonsuz teşekkür ediyorum...

Mustafa Kemal ve Lenin (2)

Mustafa Kemal ve Lenin (2)
Mustafa Kemal, Lenin ile anti-emperyalizmde birleşir. Ama Türk-Sovyet ilişkilerinin daha ilk gününden itibaren, Bolşevik yöntem ve ilkelerinin Türk toplumunda işlemeyeceğini, 'emek' ve 'sermaye' kavramlarına yabancı olunmasıyla açıklar. [1]

Lenin, sömürücülüğün, kapitalist düzeniyle savaştı. Bu antiemperyalist bir savaştı. Lenin, işçi diktatörülüğünü kurdu yani prolaterya devrimi yaptı. Bu olay Batı'ya karşı büyük bir meydan okumaydı bir anlamda.

Mustafa Kemal de Samsun'a çıktı. Milli Mücadele zaten başlamıştı ama düzenli ordu da yoktu önder de. Milli Mücadeleye önderlik etti ve kazanan O oldu. O da Batı'ya ve emperyalist düzene isyan edip savaştı. Ve başardı.

Aslında bu konuda değinilmesi gereken çok önemli bir başlık açılmalı. Çanakkale Savaşı. Çünkü Çanakkale Savaşı'nı Türk Milleti ve kahraman ordusu kazanmasaydı Bolşevikler de devrimi yapamayacaklardı çünkü İngiliz zırhlıları aynı zamanda Çarlık Rusya'ya yani Lenin'e karşı yardım edeceklerdi.

Daha sonra devrim oldu. Kafkas Cephesi kapandı. Hem de karşılıksız olarak. Çünkü artık Çarlık değil Sovyet Rusya vardı. Artık antiemperyalist bir devlet vardı ve Türklere yardımcı oluyorlardı. Bu cepheyi kapattılar. Zaten Mustafa Kemal sonradan dahil olduğu bu cephede birçok yeri geri almayı başarmıştı. Ama Sovyetler'in de bu bölgeden tamamen ve karşılıksız çekilmesiyle bir cephe kapanmış oldu.

Daha sonra Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşımız başladı. Sovyetler Birliği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi dostluk mesajları gönderiyor, Lenin ile M.Kemal mektup ve telgrafla iletişim kuruyorlardı.

Sovyetler'in Türklere yardımlarını şöyle sıralayalım:
39.000 tüfek,
327 makineli tüfek,
54 top,
63 milyon fişek,
147.000 top mermisi vs.,
2 avcı botu,
Doğu sınırlarından eski Rus ordusunun bıraktığı askeri malzemeler,
Ankara'da iki barut fabrikasının kurulmasına yardım,
Fişek fabrikası için gerekli teçhizat ve hammadde sağlama,
200 kilo külçe altın
100.000 altın Ruble (kimsesiz gazi çocukları için yetimhane kurulması amacıyla)
20.000 Lira (basımevi ve sinema teçhizatı alımı için)
10 milyon altın Ruble [2]

Ama bu yardımlar Kurtuluş Savaşı'nın başlarında yapılmamıştır. Biz zaten yeteri kadar cephaneyi İstanbul depolarından kaçırıyor, tam da fazladan cephaneye ihtiyacımız varken (Sakarya savaşı öncesi) Sovyetler yardımı durdurmuştur ve bu yardımın tekrar başlaması savaşın ortasını bulur. [3]

Her ulusal günde, yabancı ülke politikacılarının ve basınının Atatürk'le ilgili övücü sözlerine yer verilir. Ancak Sovyetler Birliği'nin savaşın sonucunu olumlu yönde etkileyen yardımlarından ve Lenin'in Mustafa Kemal hakkındaki görüşlerinden söz edilmez. Ders kitaplarında "Kara Fatma"nın sırtında top mermisi taşıyan resminin altına komünizm övgüsü olur diye bu "mühimmat"ların nereden geldiği yazılmaz. Bundan dolayı TIME dergisinin Atatürk'ü "kapak" yaptığını biliriz de Sovyet yardımlarını bilmeyiz.

Tabi ki bu yardımlar karşılıksız değildi. Devrimci dayanışma olduğu kesin ama biz de Bolşeviklere tonlarca buğday yolladık. Çünkü ihtilalin çıkma sebeplerinden biri de buydu.

Yazdıklarımdan farklı bir anlam çıkarmasınlar. Biz silahsız da kazandık. Çanakkale Savaşı'nda topumuz veya tüfeğimiz yoktu. Kurtuluş Savaşı'nda oldu ama asıl kahramanlar askerlerimizdir, kadınlarımızdır, Ulu Önderimizdir.

Devrimciler ölür ama devrimler durmaz sürer! Lenin de Atatürk de öldü, Kemalist Türkiye de Sovyet Rusya da yıkıldı, dostluklar bitti ama bir gün emperyalizme karşı aynı cephede savaşacağımıza adım gibi eminim.

Son sözü Lenin söylesin o zaman:

"Türkler, millî kurtuluşları için savaşıyorlar. Emperyalistler Türkiye'yi soyup soğana çevirdiler, hâlâ da soyuyorlar. Köylüler ve işçiler buna katlanamadılar ve baş kaldırdılar. Sabır bardağı taştı, gerek Doğu halkları gerek biz, emperyalist kuvvetlere karşı savaşıyoruz. Sovyetler Birliği emperyalistlerle olan işini bilirdi. Onları bozguna uğrattı ve memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük, keskin tırnaklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik. "


[1] Popüler Tarih, Şubat Sayısı
[2]Aralov, S.İ. Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları 1, Yenigün Basın ve Yayıncılık, Aralık 1997
[3] Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman

Köpek kadar olamadılar!

Köpek kadar olamadılar!
Haftalardır tv kanallarında dönen bir haber var. İzmir'de yaşanan vahşetin haberi.
Üniversite öğrencisi bir yaratığın ( ki ben ona insan diyemiyorum ) bir kediyi vahşice öldürmesi.
Bunu duyduğumdan beri izlememekte direniyorum.
Dayanamıyorum çünkü. Günlerce aklımdan çıkmıyo. Psikolojim bozuluyo, sinirlerim altüst oluyo, mutsuz oluyorum.
Ben görmeye bile dayanamazken onlar bunu nasıl yapabiliyo? bunu da aklım almıyo.
Dün gece Okan Bayülgen bu konuya kendi programında yer verdi. Bunun için kendisine minnet duyuyorum ama o vahşet görüntülerini defalarca yayınlamasından da rahatsızlık duydum.
Bu sayede izlememekte direndiğim bu videoyu sonunda bu programda gördüm.
Kanım dondu resmen!
Kutu içinde uyuyan masum bi kediyi zorla o kutudan çıkarıp tekmeleyerek ve ezerek öldürmek!
Bunu yapabilen bi yaratıktan gelecekte insanlık adına nasıl faydalı olması beklenir bilemiyorum!
Bunu bugün bir hayvana yapanın yarın bir insana yapması çok olası.
En utanç verici yanı da; bunu yapanın elinde bir köpek var. Aslında kediyi köpeğe parçalatmak istiyor ama köpek yapmıyor. Bir köpek bile bunu yapmazken o yapıyor! Tek suçlu o mu? Yanındaki arkadaşları da bunu seyrediyor ve ona destek veriyorlar.
Bir tanesi de demiyorki ya arkadaş napıyosun sen?
Kısacası hiçbiri yanlarındaki köpek kadar olamıyorlar!
Yakın zamanda sayın Tuna Arman hayvana uygulanan şiddet, tecavüz ve öldürme gibi vakaların, kabahatler kanunundan ceza kanununa geçmesi için imza kampanyası başlattı. Biz de Trabzonlu hayvanseverler olarak kendi şehrimizde imza toplayıp destekte bulunduk.
Böyle birşeye öncülük ettiği için bir hayvansever olarak kendisine teşekkürü bir borç bilirim. Keşke daha çok ünlü isim bu konuda faaliyet gösterse.
İmzalar bizzat Tuna Arman tarafından Ankara'ya teslim edildi. Şimdi hepimiz merakla sonucu bekliyoruz.
Bir canlının yaşam hakkına tecavüz etmek kabahat değil bir suçtur ve ceza gerektirir. Öyle üç beş kuruş para ödetmekle olmaz bu iş. Caydırıcı cezalar uygulanmalıdır.
Ümit ediyorumki canlılara karşı işlenen bu suçlar Türk Ceza Kanunu'nda en kısa zamanda yerini alır ve bu yaşadığımız son vahşet olur.

BEN SENSİZ HİÇİM

BEN SENSİZ HİÇİM
KARANLIK ODAMDA PARLAR HAYALİN
UNUTMAM MÜMKÜN MÜ HİÇ GÜLCEMALİN
SEVGİLİM ARADA SOR NEDİR HALİN
DÖRT DUVAR BİLİYOR BEN SENSİZ HİÇİM

ELLERİM TUTMUYOR SEN YOKSAN İNAN
GÜLMÜYOR GÖZLERİM HALİM ÇOK YAMAN
HASRETİN DİNMİYOR YETTİ OF AMAN
DÖRT DUVAR BİLİYOR BEN SENSİZ HİÇİM

GEÇİYOR ÖMRÜMÜZ BIRAK İNADI
YAŞ ALDI GİDİYOR DAHA NE KALDI
SEVDİM DE YARİMİ ZALİM EL ALDI
DÖRT DUVAR BİLİYOR BEN SENSİZ HİÇİM

GİTTİN DE BAĞRIMDA HANÇERİN KALDI
GENÇ YAŞTA SAÇLARIM TEL TEL AĞARDI
BEN BİTTİM SEVGİLİM GÜCÜM KALMADI
DÖRT DUVAR BİLİYOR BEN SENSİZ HİÇİM

Sokak Yazarı, Hasta İnsanlar Ve Aileleri

Sokak Yazarı, Hasta İnsanlar Ve Aileleri
Sokak Yazarı

İki yılı aşkın bir süredir gazete alıp okumayı unuttum. Önceleri böyle bir alışkanlığım vardı. Beğendiğim haberleri ve beğendiğim köşe yazarlarının yazılarını kesip biriktiriyordum. fakat yanlı dediğimiz haberler, özgürlükten uzak korkakça yazılmış yazılar canımı sıkmaya başladı. Bu yüzden onlara para vermek istemedim. Beğendiğim köşe yazarlarını da internetten takibe başladım. Ağustos ayında; Hürriyet gazetesinde Eyüp Can isimli yazarın Kadına Kadın Diyemeyen Zihniyet isimli yazısı dikkatimi çekti. Ve ardından elimden geldiğince takip etmeye başladım. Birkaç yazısını da facebook da paylaştım. Bundan bir iki hafta önce de TV'de kanallar arasında dolaşırken yazar Eyüp Can beyi gördüm. Radikal'in yeni yayın yönetmeni olmuş ve gazeteyi değiştirmiş. ' Sokak Yazarı ' sözü ile dikkatimi çekti. Çünkü sokağa inmeyen, halkın arasına karışmayan, halkın duygu ve düşüncelerine hitap etmeyen gazeteler yakılmaktan öteye gitmiyorlardı. Özelliklede yanlı olmaları çok can sıkıcıydı. Gazeteyi alıp incelemeye karar verdim. Fakat bu kararı ancak geçen cumartesi uygulaya bildim.

Gerçekten çok farklı bir gazete: öncelikle ebatı küçük. Bir dergi misali. Yani: yolculuk anında, bekleme salonlarında kollarınızı kocaman açıp yanınızdaki kişileri rahatsız etmeden, ya da rahatsız etme korkusunu yaşamadan okuya bileceğiniz boyda. Tam sayfa reklamlar yok denecek kadar az. Her sayfada ahkam kesen yazarlar yok. Alışık olduğumuz üçüncü sayfa haberleri yok. ciddi ama bir o kadar pozitif. Yazarlar gerçekten sokaklara inmişler. Haberleri de yine aynı şekilde. Her sayfası dolu dolu. Boş geçeceğiniz bir yeri yok. tek kötü yanı bol zamanınızı alması. Elinize aldığınız da öyle iki dakikada okunup bitecek bir gazete değil. Taraf olduğunu da söyleyemem. Öyle olsa bile ben henüz fark etmedim. Alıp atmak ya da soba yakmak içinde uygun değil. İşin özü dostlar ben şimdilik okuyabildiğim ve tavsiye edebildiğim bir gazete buldum. Eğer sizlerde benim gibi düşünüyorsanız ve Radikalin yeni yüzüyle tanışmadıysanız mutlaka bir kere alıp okuyun.


Hasta İnsanlar Ve Aileleri:


Alzheimer...

Bu hastalığı bilmeyen sanırım yok. Amacım hastalığı anlatmak, hastalar üzerinde ki etkisinden bahsetmek, tedavisini söylemek değil. Bu rahatsızlığa yakalanan kişilerin ailelerinden bahsetmek...

Fatma Teyze; mahallemizin en tatlı kadını.Emekli öğretmen ve bu hastalığa çok genç yaşta yakalandı. Ve hastalık hızla ilerledi. Şuan hisleri yok, açlık gibi duyguları da yok. Yürüme kabiliyetini kaybetmek üzere. Çocukları ve eşi ona bir bebek gibi bakıyorlar. Bir an yalnız bırakmıyor, her şeyi ile birebir ilgileniyorlar. Eşinden bugüne bugün en ufak bir şikayet duymadık. Üç çocuğu da evli... Fakat çocukları işlerinden çıkar çıkmaz soluğu annelerinin yanında alıyorlar. Evlerine ise yatacak zaman gidiyorlar.

Abdullah Amca: Belediyeden emekli mahallenin en saygı değer insanlarından biri. O da geçen yıl yakalandı bu hastalığa. Fatma teyzeden daha kötü durumda. Bir oğlu hariç bütün çocukları evli ve farklı şehirdeler. Bekar oğlu öğretmen. Tayinini babasının sağlık sorunu nedeniyle bu yıl memleketimize istedi. Sabah erkenden okula gidiyor, öğlen gelip yemeğini yiyor ve geçe geç vakitlerde eve tekrar geliyor. Kahvehaneye gidip zaman öldürüyor. Arkadaşları ile geziyor. Abdullah amcanın eşi de çok yaşlı ve hasta. Belki şuan Abdullah Amcadan bile daha kötü durumda. Fakat herkes Abdullah Amcaya odaklandığından mıdır nedir, Münevver Teyzenin rahatsızlığı dikkat çekmiyor. Ve Abdullah Amcanın tüm sorumluluğu onun üzerinde...


İşte size iki hasta insan ve aileleri. Sanırım fazla yorum yapmaya gerek yok.

8 Ekim 2010 Cuma

öğrenci andı

uzun sure ulkeden uzak kalip biti$ikteki ilkokuldan duyuldugunda "gadanallah sava$a mi gidiyoruz lan" diye sabahin 8'inde yataktan firlatir bu.. bati ulkelerinin dinginligi durgunlugundan sonra gune askerler gibi "sagol!!!" diye toplu halde bagiran 7-12 ya$ veletlerle uyaninca ulke olarak kadar kendimize ozgu triplerimizin oldugunu bir kez daha algiliyor insan.

mutluluk buğulanmış bir cama güneşi çizebilmektir

şaçma bir hareketi duygusallıkla mantıklı hale getirme çabası. tabi bu imkansızdır. hatta bunun imkansızlığını bunu yapmaya kasan arkadaşın ensesine bir şaplak atarak hatırlatın.

banu alkan

banu alkan 2000 yilinde verdigi bir demecte, cocuklugunun trocki'nin surgun olarak misafir edildigi konakta gectigini, ve o konagin uzumlerini yiyerek beslendigi icin bugunku kivaminda oldugunu beyan etmistir.

sirf trocki'nin adini agzina alabildigi icin bile taktire shayan bir hatundur.
sorarim size, 'cumhuriyet 1953, yok yok 1973'te kuruldu!' gibi tumceler yumurtlayan guzel salaklar ulkesinde, tombul da olsa, pembe pofuduk kiliklar da giyinse, en azindan dunya tarihi hakkinda fikir beyan edebilecek kadar kafasi calisan banu alkan ablamiza deger vermemek mumkun mu?

asım can gündüz

izmir'deki sahibi olduğu my way isimli barını satıp rusya'ya gitmiş olan gitar virtuozü.
şahsım adına maalesef ki, kendisini izlemek üzere istanbul'dan gittiğim hafta gerçekleşmiş bu ayrılık.
festivallerde yer alsa başlı başına gidenlere enerji depolayacak birisidir diye düşünüyorum hiç izlememiş olmama rağmen.
ve neden bu potansiyeli değerlendirilmez onu da bilmiyorum doğrusu.

cem adrian

madem fazıl say söylüyor, varlığına inanmaktan başka seçeneğimiz olmayan potansiyelin sahibi genç. ne var ki, iyi niyetle de olsa, bu haliyle ortalığa sürülerek kendisine kötülük yapıldığını düşünmemek elde değil.

eldeki, bir hammaddedir. ses tellerinin uzunluğu, esasında anatomik bir anomalidir ve ona bir takım garip sesler çıkarma yetisinden başka birşey vermez. nasıl ki, dünyanın en uzun adamı dünyanın en iyi basketçisi, en büyük ayaklı adamı dünyanın en hızlı yüzücüsü değilse, dünyanın en uzun ses telli adamının da, dünyanın en iyi şarkıcısı olmasını bekleyemeyiz. hatta onun şarkıcı olabilmesini de bekleyemeyiz. şarkıcı gibi bir şarkıcı olabilmesi için iyi bir kulak, ritm duygusu, kültürel ve müzikal birikim gibi birtakım vasıfları da bünyesinde bulundurması gerekir. bunların bir kısmı allah vergisi, bir kısmı da uzun, emek isteyen bir prosestir. dünya çapındaki kariyeriyle gurur duyduğumuz fazıl say'ın bunu en iyi bilenlerden olması gerekirken, bu çocuğu, önünü açmak için, iyi niyetle de olsa, bu haliyle ortaya sürmesi yerinde olmamıştır.

bu çocuğun, şimdiki durumuyla, program program dolaşıp, fazıl say'la bile olsa, sahnelere çıkması, zamanında küçük emrah'ların, ibo'ların, ceylan'ların sahneye çıkarılmasından farklı değildir. onların "gariplikleri" o zaman yaşları idi, bunun da garipliği, garip bir ses aralığına sahip olması.

sen bu adamı alırsın, bir kaç sene eğitirsin, müziği, şanı, yorumu, başka yorumları öğretirsin, ondan sonra ortaya çıkarırsın, ancak o zaman iyilik etmiş olursun. yoksa, bu şekilde ortaya sürersen, panayırda hilkat garibesi sergilemek gibi birşey olur ki, bu da onun ne kişisel, ne de sanatsal gelişimine katkıda bulunmak olur. olsa olsa, birşey olma potansiyeli olan bir insana yazık etmek olur.

intihar komandosu olmak için yapılan mülakat

-geleceğe dair planlariniz neler?
-patlamayi düşünüyorum.
-doğru yerdesiniz.

elinde rakı kadehiyle poz veren açık saçık bayan

koyu kahverengi tonlarına göre daha çok facebook fotosu olan. yavruağzı tonları ise genelde bira tutuyor. bunu da üstünde oturduğum kaynağa dayanarak söylüyorum bak!..

duşta sevişmek

bir artı bir öğrenci evinin banyo metre karesini hesaba alırsak hayli zor bir akvite olacağının kaçınılmaz olacağı a$ikardır.

gülriz sururi

yillar once okudugum bir roportajinda, yaptigi asiri goz makyajinin sebebinin bir zamanlar gozlerinden gecirmis oldugu bir rahatsizlik oldugunu anlatmis olan oyuncu..

hurriyetci muhafazakar

kavramların anlamlarını yitirdiğini iddia edecek bir kişinin gerçek hayatta yapıp ettiklerini, kendi karmaşasını, bireysel anlamsızlıklarını meşru kılmak için uydurduğu bir kavram olmaya sakın diye bir soruyu akıllara getirmektedir. şöyle bir durum vardır sanki ortada: "ben kavramlara ve içlerinin boşluguna postmodern yaklaşıyorum ama kimse neden bana yaklaşmıyor" hezeyanıdır.. toprakların kaydıgını iddia ederken toprak hırsızlığı yapmak gibi birşey olsa gerek..yok yok buldum sonunda kudrete yonelik irade bunun adı.. belki güç yüzüğü..evet evet.. hatta tssss...

alternatif tabu kelimeleri

tabu oyununda yaşanan kelime yetersiliği sorununu çözmeye çalışan kişinin ürettiği kelimeler. mesela:

kelime: fodul
tabu kelimeleri:
- kel
- fadıl
- kısa
- bodur
- saç

dede-torun diyalogları

18.kapidan tam cikacaksinizdir, aceleniz vardir..
- dede allahaismarladik
- hmmggh(inleme efekti).. efendim? gel hele..
- buyur dedecim?
- ee.. bak bu ilacin ustunde ne yaziyor?
- dede bu.. bilmemne.. gunde bir defa tok karnina sabah diyor
- hmm bu porostatlar icin bu kalp icin
- evet dedecim, benim cikmam lazim
- peki bu neydi?
- dede lutfen acelem var, gec kaldim (onemli bi$ey sanmi$tim ben de)
- eh tamam git bakalim hayirli i$ler
- (uzgun bir $ekilde cikilir)

dede-torun diyalogları

13.dede:yavrum bu pantolon niye boyle?(dusuk belli pantolondan bahsetmektedır)
nedesem:böyle ıste dede begendım aldım
d:bak paran yoksa gel ben sana alırım normal pantolon
n:hahahah oldu tamam

dede-torun diyalogları

evlenicem ben, sıkıldım vallahi yalnızlıktan
-kapında dizilmiş körpelerden çek getir bari.
-dalga geçersin tabii, sen eskiden görecektin beni
-hadi hadi
-tabi yaa, eskiden tüm mersinin kızları peşimden koşardı, şimdi bakınca kafalarını çeviriyor eşek sıpaları

dede-torun diyalogları

7.dede; ooo, hoş geldin be yav nerelerdesin ?
torn : geldik işte be dede iş güç vs...
dede: eee osman * var mı osman ?
torn : yok be dede ne gezer...
dede: ben buliim sana bi tane ?
torn: bul dede valla senin bulduğundan iyisini mi bulcam sanki ?
dede: bak var bi tane benim şurdan arkadaşımın oğlu, dur bakiim ne iş yapıyodu hımmm, yok o sana yaramaz yaşı da var hem....
hıh, bizim mukaddes hanımın tornu var o olur, vs....
torn: tamam tamam dede ben nasılsa hiçbirini tanımıyorum, sen seç en iyisini ben karışmam.
dede: e noldun sen şimdi ne iş yapıyosun maaşın kaç para oldu ?

dede-torun diyalogları

kuzenim ve dedem arasındaki diyalog:

kuzen: dede naaber?
dede: iyi iyi.. o saçların çok uzamış, git kestir.. paran yoksa ben veririm berber parasını..
kuzen: yok dede, ben tarz yaptım.. uzatıyorum saçları..
dede: tarzına s.çıyım senin.. papaz kılıklı..
kuzen: yapma dede yaa.. ben daha top sakal bırakcam..
dede: sakalına s.çıyım..
kuzen: niye öyle diyosun dede yaa, bi de küpe taksam fena mı olur?
dede: küpene s.çıyım, karı kılıklı..
kuzen: dede öyle deme, bak padişahlar da hep küpe takarmış..
dede: başlatma lan padişahından, sittirin gidin odadamdan.. adam olun öyle gelin eşşoğleşşekler..

sülalenin genç kesimi aynen iptal tabi..

dede-torun diyalogları

yazık dede- bizim afrikadaki toprakları satsam diyorum ama nasıl paylaştırıcam aranızda...

üzgün torun - dedecim sen boşver satma onları bak bizim hepimizin işi gücü var, ihtiyacımız yok o topraklara.

yazık dede- peki, cem uzanla toplantım var gidiym ben..

üzgün torun- bosver dedem, sen uyu en iyisi canım dedem.

dede-torun diyalogları

1.dedeyle torun telefonda konuşuyorlardır*.

dede: hadi kızım gel artık, çok özledik seni
ben: birkaç gün diş doktorunda işim var dede, çürükleri hallettircem
dede: sakın altın kaplattırma kızım, çok pahalı olur
ben: ?
dede: sen gümüş kaplattır en iyisi
ben: ıı şey peki dedecim*

dede-torun diyalogları

10 yaşlarımda yaz tatillerinde edirnedeki evimizin bahçesinde akşamları fıstık yerken dedemin plastik tabancası ile mantar patlatırdık. bir trakya türküsü olan drama köprüsünü de kendimizi gaza getirip dedemin gazilik anılarını dinlerdim...

unutamadığım bir rüya ise dedemi kaybettikten 2 gün sonra;
(ben dedemin son bir kez görememin özlemini içine atmış biri olarak)

hafif karanlık bir ortamdı, dedem kollarını açmış mas mavi gözlerinden akan yaşlar ile beni çağırmakta. bana öyle bir sarıldı ki uyndıktan saatler sonra bile olayın etkisindeydim. onunla böyle vedalaşmıştım. artık onu istediğim zaman görebileceğim....

mike portnoy

11.konserde klavyeciyle (bkz: jordan rudess) tukuruk kavgasi yaparken bi yandan da tek bagetini birakip,zili cikartıp yardimcisina firlatan,bu anda back vokale de ozen gosteren d.t. elemanı.

genç siviller

624.türkiye'deki anti-demokratik cenahta kimin yer alıp almadığı konusunda seçici geçirgen davranabilirler*. zira polis kat'i surette bu cenahta yer alamaz, neden ? çünkü polis onların dostudur, arkadaşıdır. eylemlerini sokak ortasında yapmazlar, beş yıldızlı otellerin odalarında yaparlar. hepsi niçin ? demograsi için tabii ki dostum, sen ne sandın ?

fuck google ask me

1.kendine olan güvenin tavan yapmasıyla vuku bulmuş bir söylem.

bana bir şeyhler oluyor

bir yerde artık tartışılmaz bir usul oluşmuşsa yeni bir usul yaratın dedi. zira bir şeyi yapmanın şekli yani usulu amacının önüne çekmektedir. amaçtan çok usulu kutsanır olmakta sonra. o şeyi sevmek yetmez olmakta. o sevginin herkes gibi gösterilmesi sevmekten daha önemli sayılmakta. kardeşlerim usul kavga sebebi yaratmakta. usul gelse gelse yol manasına gelir ve eğer gerçeğe gitmekse maksadınız herkes kendi yolunu bulmalıdır. siz bir anayol yapar ve gerisini yasak ederseniz eğer dedi, ya yol yolsuzluk, ya yolsuzluk yol olur dedi.

itirafçıların aslında demek istedikleri

1335.simyağer; cinsiyet: kadın; yaş: 34; il:ankara 18.09.2005
lise öğretmeniyim. okulun açılmasını dört gözle bekliyorum. çünkü akşama kadar öğrencilerimden iltifat alıyorum. ohh be, iyi ki öğrencilerim var, yaşasın moral kaynağı öğrencilerim!

meali: okullar açılalı bir hafta oldu ama benim uğradığım yok, kovmazlar inşallah..

mine vaganti

40.ne guzel bir filmdi,icim acildi.hemen her begenen gibi ben de hikayesinden ayrica renklere ve muziklere bayildim.boyle bi neseli ,bi hafiflemis ciktim sinemadan.bende genelde bi agirlik hissi yaratiyor ferzan ozpetek'in filmleri ama bu hafif hafif,ne guzel.riccardo scamarcio'dan ,galiba itici gozlerinden-bakislarindan oturu, hic haz etmezdim bak o'nu bile sevdim bu filmde.ellerine saglik ferzan ozpetek'in.

olaylara fransızca tepki verme sorunu

1.birinin ayağına basınca, omuzuna çarpınca, üstüne bir şey dökünce hep yaptığımız şeydir.

ben şişman mıyım sorusuna verilecek cevaplar

• gobegim kemerimin ustunde -bariz- ayri bir bolge olarak kaliyor
• efor gerektiren hareketler son zamanlarda iyice rahatsiz ediyor
• sevdigim yemekleri/sunu bunu yemekten pek sikilmiyorum
• sevmedigim yemek pek yok gibi
• sicaklarda asiri terliyorum
• kravat takmaktan nefret ediyorum
• gomlek giymekten de (tisort adamiyim ben)
• kilolar usengeclik yapiyor bende
• usengeclik de kilo yapiyor
• sonsuz donguden cikmam gerekiyor biliyorum
• buna da useniyorum...
• rejimler gittikce kisa suruyor
• sevdigim sporlari yapmak dahi gozumde gittikce buyuyor
• teknoloji yuzunden disari daha da az cikar oldum

7 Ekim 2010 Perşembe

biten bir aşk için söylenebilecek ilk söz

hiç kimse bir aşkı,
onarmaya kalkmasın.
kaybedilmeye değer
en güzel anında
bitirilmişse eğer.

başkalarının mutsuzluğu ile mutlu olmak

söz konusu mutsuz olan kişi, bir zamanlar seni mutsuz etmişse normal karşılanması gereken durumdur

nazım hikmet'in yeniden türk vatandaşı olması

hakkında; "hayır efendim bu olay seçim yatırımı değildir", "hani bunu solcular yıllardır bekliyordu, şimdi akp yaptı diye sindiremiyorsunuz", " seçim yatırımı olmaması için tkp mi yapmalıydı bunu efendim, tabiki seçim yatırımı değildir" diyenlerin birçoklarının akp hakkında, akp' yi desteklediğini belirten entryleri olması sebebiyle, birtakım suserlerin altında kimlik değiştirerek "biz aslında karşı taraftanız ama adamlar yaptı alkışlıyoruz, hakkını verelim" gibi sandırmaya çalışarak sert bir şekilde fikir belirttiği olaydır. kılık değiştirmeyelim, karşı takıma girip kendi takımımızı övmeyelim. kendi takımımızı kendi takımımızda övelim.

pulp fiction

harvey keitel'in "sevinçten birbirimizin aletlerine sarılmak için henüz erken" repliğini duymam ile gülmekten sonunu getiremediğim film.

imdb moronları

merak edip bergman ile ilgili bir kaç topic araştırılınca görülemeyen zihniyet, zira insanlar izlesek mi diye soruyor ve izleyenler de adamın olayını anlatıyorlar olay olması gerektiği gibi yani. ben moron filan göremiyorum. kaybolmayan moron istiyorum.

mount&blade

grafik değil oynanabilirlik ve içerik arayanlar için bulunmaz hint kumaşlarından biri. underdogsda çeşitli oyunları salak salak inceleyip sırf vakit geçsin diye indirirken gördüm 9.08 alan bu oyunu. indirmek için official site'ye yönlendiriyordu. screenshotlara bakıp anında hayran kaldım. "asktir? harbiden süvarilik yapabiliyo muyuz?" bu soru beni ekşi sözlükte oyunla ilgili bilgiler toplamaya yönelttiğinde de türk yapımı olduğunu öğrendim indirme işlemi bir yandan devam ederken.

işte oyunun ilk eksisi bu. çok az kişi bu oyunu duymuş. sağlam bir pazarlama ağı olmadan oyun endüstrisi içinde kendini var edebilmek pek de kolay değildir. hele ki senede 0.4 oyun çıkaran türk piyasasında duyulmuş olmak çok daha önemlidir.

oyunumuz bir action-rpg. yani karakterinizin levelına baktığı kadar el göz kombinasyonundaki başarınıza da bakıyor. 4 sınıf karakterimiz var: hunter, squire, priest ve merchant. hunter ok ve yay kullanımında, iz sürmede başarılıyken, squire kılınç kalkan vs kullanmada, priest ilk yardım, merchant da pazarlık ve speech özelliklerini kolayca geliştirebiliyor.

karakterimizin skill pointlerini dağıttıktan sonra da detaylı bir yüz editörü geliyor. obliviondaki kadar olmasa da gayet tatmin edici.

oyunun grafikleri arx fatalis'i andırıyor. yani çağının epeyce gerisinde. ayrıca npc'ler ile girilen diyaloglarda konuşmalar duylamıyor, sadece text geçiyor. ancak bunlar eski toprak frp oyuncuları için dert değil diye düşünüyorum. fizik motorunun pek başarılı olduğu söylenemez tabii eğer böyle bişey varsa. at sıçradığı zaman havada süzülür gibi oluyor ve yere indiğinde ağırlığını tam olarak hissettirmiyor. bunun dışında at üstünde vurulan birinin düşme animasyonu da başarısız. momentumunu hissettirmek yerine tarkan filmlerindeki dandik dublörler gibi yana yığılıveriyor. ancaaaak 4 nala giderken lance ile girdiğiniz düşmanın kalkanının parçalanıp yere yığılması, kalkanınıza ktok diye vuran okların arasından sıyrılıp cenge girilen çarpışmalara diyecek birşey yok. oyun "level 6 oldun hade git satın al kapatıyom, demoyum ben" diyene kadar saatlerce oynatıyor kendini.

oyun haritada dolaşma bakımından homm serisine benziyor. çarpışma olacağı zaman battle map'e, bir şehiri ziyaret edeceğiniz zaman city map'e geçiliyor. world map çeşitli görevler dışında oldukça non-lineer bir yapıya sahip. vaegirs ve swadians adlı factionlar çeşitli şehirlere sahip ve savaş halindeler. biz nötr olarak oyuna başlayıp ileride bu factionlardan biri adına savaşabiliyor şehirleri ele geçirebiliyoruz. bu kısmı da sid meier's pirates'a benziyor.

şimdi gelelim oyunun asıl mevzusuna: ata binmek. ama obliviondaki gibi sadece ata binmek değil; kılıç savurabilmek, ok atabilmek aynı zamanda. şu ana kadar sadece gun adlı oyunda at sürmenin keyfini alabildik ki western konulu olduğu için tabanca tüfekle ortaçap şövalyesi keyfini vermiyordu. bi de jedi knight 3te dinozor lama kırması bir yaratığa binip ışın kılıcı savurabiliyorduk. yani aksiyon öğesi yüksek hiçbir medievel konulu oyun süvariliğe izin vermemişti (yamuluyorsam düzeltin. hatırlayamadım hakkaten).

yanınıza aldığınız kiralık askerlere çeşitli emirler verebilmeniz de oyunun bir artısı. diyelim ki bir ticaret konvoyunu koruma görevi aldınız. okçulara konvoyun yakınında durmayı emrederken süvarilere beni takip edin komutu vererek çeşitli taktikler uygulanabiliyor. unutmadan belirtelim oyunun ilginç ve güzel bir özelliği de size saldıran herhangi birini kesici delici aletlerle öldürmek yerine herhangi bir blunt weaponla bayılttığınız zaman esir alıp köle olarak satabiliyorsunuz. ancak köleleri vaktinde satmazsanız yeme içme gibi masraflar çıkarıyorlar ve prison management skilliniz düşükse kaçabiliyorlar. evet oha.

birçok güzel oyunun birçok güzel özelliğini harmanlayıp birçok orijinal zımbırtı eklenen bu oyun edinilip oynanmalı.

edit: eveeet dört beş saatlik oyun deneyimi üzerine bi dört beş saat daha oynayınca hakkında yalan yanlış bilgiler girdiğim oyunmuş kendileri:

1- öyle her kente saldırılamıyor. hatta sadece dağ başında bir kaleye saldırıp ele geçirebildim. onun dışında ortalıkta dolanıp dağda bayırda gezinen düşmanlarla boğuşuluyor. tabi bu durum sadece şimdilik böyle. bir sonraki versiyonda neler olacak bekleyip görücez.

2- esir aldığımız adamlar kaçıyormuş da ya da sırtımızdan bıçaklıyormuş da prison managementımız düşük olunca. yalan arkadaşım. bu skill sadece kaç esir alabileceğimiz üzerinde etki sahibi.

tabi şu anda dahi birçok modu var oyunun. her şehre saldırılabilen 1066, rome total war gibi modlar da mevcut. ancak rtw modunda haritada bazı sorunlar olduğu için dümdüz yoldan geçemediğinizi karakterinizin geri döndüğünü ve roma'da swadian askerlerinin nöbet tuttuğunu görünce şevkiniz kaçabilir. bu nedenle 1066'yı tavsiye ederim.

0.903 ile gelen edit 2: bu oyunu alın!

grafikler gayet ilerlemiş (arx fatalis bok yemiş yanında öyle diyeyim), karakterler için puppet fizik motoru kullanılır olmuş, içerik genişlemiş, quest sayısı artırılmış ki büyük ihtimalle son versiyonda zilyor adete ulaşacak. ayrıca yazar detaylarıyla beta oyun incelemesi yapmaması gerektiğini öğrenmiştir.

haşlanmış yumurta

bunu soğuk yiyen insanın her şeyi yiyebildiğine dair efsaneler mevcut..

charlie and the chocolate factory

johnny depp'in filmi beraber izlediğim kızları ve beni dudak fetişisti yaptığı enfes film.

şu çeşit diyaloglara da neden olmuştur;

- şu çikolatadan istiyorum, o şekerden istiyorum. masadakilerden istiyorum. çikolata istiyorum!
- (gözler kısık bir şekilde) johnny'i istiyorum.

spor spikerlerinin türkçeye kazandırdıkları

20 ekim pazar saat 22:21 maraton programı/show tv

erman : ya şu fener taraftarını anlayamıorum hiç.. hakem ağları kontrol ederken daha kafasına pet şişe atıyolar.. o da inadına veriyo 4 tane hatalı karar ödeşiyo.. yapmayın ya biraz gaz verin aman sen ne iyi hakemsin süpersin falan diin biraz okşayın
(o sırada son kelimesi bitmeden erman'ın şansal hemen olaya girer)
şansal : okşa okşa okşa okşa haha erman hocam şarkısı da var onun dimi hahauhauha

anzakların çanakkale'den toprak istemeleri

onune gelenin hakkinda atip tuttugunu gordugum, standart hazimsizlik, mutemadiyen fiseklenen kisirdongu bir milliyetcilik, tarihi sorgulama ve arastirma eksikligi sendromlarini iceren bir eksende gezinen yorumlarin yapildigi istek.

oncelikle bir kac noktayi acikliga kavusturmak gerekir: hayatinda bir tane bile anzakla karsilasmamis, konusmamis, paylasmamis, bir kere bile dawn ceremony'de bulunmamis, "gundem belirleyen medya"'nin her sene anzak gununde carpitilmis yansitmalari ile hasbelkader tanidiklari anzaklari icen, sican, uluorta yiyisen, bir araya gelip aussie aussie aussie oi oi oi diye anlamsizca bagirdigini sanan, haka dansini edepsiz, turk orf ve adetlerine aykiri diye kulturel gorece ozurlu yorumlayan, tumden ahlaksiz bir guruh olarak tanimlayan zihniyetin icinde bulundugu yanlisliktir. anzak gununden bir gece once Çanakkale ve eceabat'taki hicbir barda - yolunu sasirmis birkac aussie ve kiwi haric - bir anzak'a rastlayamazsiniz. hepsi bir gece onceden anzak koyu'nda uyku tulumlarinin icinde konuslanmis derin bir sessizlik ve icten bir saygi icerisinde safak sokmesini beklerler. milliyet veya hurriyetin fotograf galerisindeki gordugunuz karelere benzemez o sessizlik. "allahim yeni bi woodstock tadi yasasinn!" diye yurdun dort bir yanindan gelen bircok yagiz turk gencinin hayallerini yikar safak ayini. gunun anlam ve onemini havsalalari almaz.

avustralya ve yeni zelanda basbakanlarinin yaptigi oneriye gelirsek durup dusunmemiz gerekir. herseyden once asil savasi yaptigimiz ikili; yayilmaci ingiltere ile, somurgelerinden ozellikle musluman senegal'den getirdigi askerlerle gelibolu cephesinde savasan fransa'nin bu donusumlu idare kapsamindan cikarilmasi sarttir. uc tane asker gonderen kanada ile, gurka gibi katil ruhlu capulculari ingiltere'nin zoruyla getiren ve bu cepheye tarihte hicbir zaman sahiplenmemis hindistan'in da kapsam disinda tutulmasi gerekir. gercekten olasi bir anlasmada manevi hakki bulunan ulkeler turkiye, avustralya ve yeni zelandadir. ulusal kimliklerini bu savasla yuceltmislerdir.

ayrinti olarak; commonwealth war graves commission'in canakkale'de subesi vardir ve ingiltere'den maas alan insanlar tum mezarlarin bakim ve onarimini yapar.

en nihayetinde olasi anlasma siyasi ve ekonomik olcude degil tamamen kulturel boyutta dusunulmeli ve irdelenmelidir. gelibolu zaten bir milli parktir.

iş dünyasında kullanılan moda sözler

hasta olduğum rasyo var misal, rasyo lan, cari rasyolar, enflasyon rasyoları, mevduat rasyoları, rasyo işte bildiğin rasyo.

demokrasi karşıtı milli irade

kökeni bilinçsizlik, cep telefonuyla fotoğrafı çekilmiş oy pusulası karşılığı nakit, kömür ve erzak torbaları olan iradedir.

erke dönergeci

arka planında bilinen teorik bir gelişim süreci olmayan pratik bir icada inanmak konusunda herkesin çekincesi olması çok doğal. o yüzden az buçuk fizikten anlayan herkes gülüyor bu (şu anda hayali olan) alete ve onunla alakalı açıklamaya şu anda.

erke ekibi (nereden çıktı burada o sessizlik içerisinde bu işi yapacak öyle bir über-yetkin ekip, çıkabilir tabi ama kimsenin nasıl ruhu duymadı?) 92 senesinden beri bir tesise kapanmış, dışarıdaki bilim dünyasıyla bütün ilişkisini kesmiş biçimde çatır çatır işin teorisi üzerinde çalışıyorsa (bunu yapanların, çıldırtıcı "uluslararası dergilerde makale yayımlama" güdüsünü de yendiklerini varsayıyorum), bunun üzerine temellendirdikleri bir kuramlar dizisiyle "sonsuz enerji döndürgeci"ni yapacak hale geldilerse (bütün bunlar olurken tüm dünyanın haberi olmuyor, bizimkiler nereden çıktığı belli olmayan bir bilimsel arka plan üzerinde sessizce, hızlı ve süper şekilde hiç bilgi sızdırmadan ilerliyorlar).. oof ölme eşeğim ölme işte.

bu adamlar çıkıp "sıfır hatayla ve doku uyumsuzluğu riski taşımayan süper yapay organlar yaptık", "yüzde 90 verimle çalışan fizibil uygulanabilir motor yaptık" veya "ms hastalığına kesin çözüm bulduk" demiş olsalardı, bu derece aklı başında adamlar tarafından bu derece alaya alınacaklarını sanmıyorum. en azından "dur bakalım neymiş" derdi aklı selim sahibi herkes.

ama temel fizik kanunlarını hallaç pamuğu gibi atarsan, bunu da "bildiğiniz gibi değil, açıklanamıyor" diye sundurursan, ortalıkta alay konusu olursun. bunun da "türkler yaptı diye olmaz diyosunuz" ile alakası olmaz. isviçreliler de "sıfır enerjiden makina yaptık, bilinmeyen fizik kanunlarıyla işliyor" dese gülerim, almanlar da dese yine gülerim (almanlar dese sessiz gülerim, sinirlenince dünya savaşı çıkarabiliyolar).

yani: türkiye'ye değil, bilimsel yönteme inanıp inanmamakla alakalı bir şey şu anki tepkilerin ahvali.

alet gün gelir de hakikaten gerçek çıkarsa da aynen böyle durur bu entry, engizisyon gibi görünmeye de razıyım. o derece ihtimal vermiyorum.

siz gidin ben uğramaya çalışırım

kalabalik ekipli, meyhaneli, barli bir organizasyon yapildiginda, hiç gitmek istemeyen fakat çesitli sebeplerden bunu söyle(ye)meyen kisinin kullandigi cümle. "gelmeyecegim ve su anda bir bahane bulmaya üseniyorum. gidiniz!" ya da "topunuza sinir oluyorum, isim olmaz orada!" demenin kibarcasidir. cogunlukla isyeri arkadaslarinin yaptigi organzeler için kullanilan, ipekli ve abiye bir söz yumagidir. ertesi gün "ayy, çok mu eglendiniz? valla ugramaya çalistim ama basaramadim! bedbahtim" tarzi cümleler kurulursa, hos olabilir ya da abartili kaçabilir. duruma ve karsidaki insanlarin zeka seviyelerine göre degisir. dikkat etmek gerekir.

türklerin geri kalma nedenleri

"turklerin geri kalma nedenleri" gibi eften püften şikayetler, bahaneler uydurup bi sik yapmadan kıç üstü oturmaları.
evet, şikayet etmeyi çok iyi biliyorsunuz da bu güne kadar ilerlemek adına ne bok yedininiz merak ediyorum.

aşık olunan kişiye tekrar aşık olmak

boş gözlerle bakıyorsun televizyona, benim de gözlerim televizyonda. sigara yakmak istiyorum bir tane daha, öne doğru bir hamle yaparken gözlerim takılıyor yüzüne. orada öylece oturuyorsun, her zamankinden daha yakışıklı değil, daha akıllı değil. her zamanki sen o bilinen. içim taşıyor sana doğru bir an, derin bir nefesle bastırıyorum göğsümü kafesine; o an ne umrumda ödeyemediğimiz aidat, ne kesilen telefon. ve kızmıyorum hayata daha çok kazanamadığımıza. o an senin varlığının mutluluğu doluveriyor içime, bir anda sebepsiz. dışarıda bir dünya iyiye gitmiyor hali biliyorum ama seni öyle çok seviyorum ki aniden, yeniden. seni yaptıkları için daha bir seviyorum aileni, seni bana tanıştıran hayat yolu, sevdiğimiz insanlar bizi bir araya getiren. ama aşk bizi bir arada tutan ve bir salı akşamı aptal bir televizyon kanalını izlerken içim taşıyor yeniden sana, sebebini bilmeden

colin kazım-richards

efendim bu futbolda bir yetenek-ego dengesi formulünün mevcudiyetine inanırım. egonuzun yeteneğinizle eşit seviyelerde olmasına özen göstermek durumundasınızdır. eğer egonuz yeteneğinizin çok altında ise yıldız futbolcu olmanız zordur; büyük patlamalar yapamazsınız fakat iyi bir takım oyuncusu olursunuz, futbolu bıraktıktan sonra da bir avuç meraklı futbolsever tarafından hatırlanırsınız. ha, tam tersi olursa yani, egonuz yeteneğinizden daha yüksek ise; bu durumda şansınız bir süre yaver gidebilir ve günü kurtarabilirsiniz, ancak, sonunda ciddi bir yere çakılma yaşamanız kaçınılmazdır. bugüne kadar izlediğimiz kadarıyla, kazım, ikinci duruma iyi bir örnek teşkil edebilmek için elinden geleni yapmaktadır.

eşin soyadı ile kendi soyadını beraber kullanmak

bir amerikalıyla evli olan kızkardeşimin yaptığı şey.. hatta hatun evlenirken "yabancı ülke nerede puştluk çıkacağı belli olmaz" diye doğacak çocuklarının da soyadlarının kendisiyle aynı olması şartını koymuştu. böylece 2 yeğen de çift soyadı kullanmaktalar..

ha bu durum enişteyi bozuyor mu? asla...
konunun evlilikte bir tarafın baskın olmasıyla ilgisi var mı? yook.
kardeşim feminist midir? olabilir de ama bizi bağlamaz...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Therry Henryyyyy

yanlış anlaşılmış şarkı sözleri

sonra postacılar işer
yağmurlar bitince
(yasar)

devamı geliyor. :D

giallo

 

ilk giallo, buyuk ustat mario bava nin cektigi the girl who knew too much tir.arkasindan birkac giallo daha ceken bava yerini sonralari "giallonun piri" olarak anilacak olan asistani signor dario argento ya birakmistir.
argento nun yapitlari giallo mantigiyla ilerlemesine karsin arada witchcraft,gecmisten gelen horror ogeleri kullanilmistir.ancak saf giallo larda cekmemis degildir.deep red,tenebre ve opera argentonun gialloya bulastiktan sonra cikardigi iyi orneklerdir.
bence bir diger giaalo ustasida lucio fulci dir.dont torture a duckling ve the new york ripper la ture uygun ornekler vermistir.
ayrica anthony ascott,aldo lada,umberto lenzi ve torso nun yonetmeni massimo dallamano da verdikleri basarili giallo ornekleri ile bilinirler.

kıskanma kıskanç

 

uğur gürsoy'un şirinlik muskası fırat'ının sözlerinden. çoçukluk yıllarının hatırlattıklarındandır.
fırat: off gerçekten bitiyo gibi sayın seyirciler, süper bi kardanadam oldu bence, sence de mi süper mi oldu?
"hayaletli adam": öyle kardanadam da ilk defa görüyorum. o ne allaşkına?..
fırat: kıskanma kıskanç ...
...

şöhret

 

zincirlerini dün gece itibariyle kırmış dizidir..ahu türkpençe, evlilik dışı hamile kaldıktan sonra kendisini bıçaklayan erkek kardeşine ''yeter ulannnnn size ne laaaan'' diye bağırmıştır..gelecek bölümlerde salak,aptal gibi kelimeleri de kullanmasını hatta şöyle okkalı bir küfür çıkmasını bekliyoruz kendisinden..
neş'e ile seyretmekteyiz ,perşembelerini iple çekmekteyiz..

göğüs altları terleyen kızlar

 

göğüs sarkık olsun olmasın, belli bir ölçüyü geçtikten sonra sadece sütyenin etkisiyle bile göğüs altı terler, yapılacak bir şey yoktur. durup durup koltuk altı gibi olmaz tabi, ama eğer bu bahsi geçen kız egzersiz yapıyorsa (jimnastik, koşu, dans, vs), veya hava 36 derece sıcaklığa ulaşmışsa, veya benzer bir durumda göğüs altı terler. bunun için mutlaka x-x-large olmaya da gerek yoktur, 34c bile yetebilir bünyeye göre.

memenin büyük ya da sarkık olması nedeniyle, altındaki göğüs duvarıyla dar açı oluşturması durumunda gerçekleşebilecek talihsiz durumu yaşamak zorunda olan kızlardır. bu durumu da kendi içinde kategorize edersek büyük meme nedeniyle göğüs altı terleyen kızlar grubu nispeten tolere edilebilen olacaktır.

beşiktaş

 

habire şampiyon olan türkiye'nin gerçek büyük 2 takımı karşısında bir tuhaf şeref argümanı ile prim yapmaya çalışan sempatizanlara sahip kulüp.
''çok şampiyon olamıyoruz ama şerefliyiz.'' bak sen şu işe!
züğürt tesellisi için en ideal örneklerden biridir de hangi şeref onu merak ettim gerçekten.
papermoon'da maç ayarlamaya izin veren şeref mi?
mafya liderini yurtdışına kaçıran şeref mi?
kazanılan kupayla federasyon başkanının ayağına koşulan şeref mi?
fi tarihinde kazandığı 2 federasyon kupasını sanki süper lig şampiyonluğuymuş gibi saydıran, o sayede formasına ekstra yıldız koyduran şeref mi?
büyüklerden birinin eteğine takılıp yaşam sürdürten, onun bir şubesi gibi faaliyet gösterten şeref mi?
atasözü der ki,
ağızlarından şeref sözcüğünü düşürmeyenler, ona sahip olmadıklarından dolayı böyle yaparlar.

le bossu

 

bir kız, gercek babası olmasa da yıllarca babası bildigi kendisini büyüten adama babası olmadığını öğrendiği anda nasıl aşık olabilir merak uyandırsa da ekran karsında kenetlenerek izlenilebilecek bir film..bunun yannda fransızların kambur takıntısını da akla tekrardan getirmiyo değil

anneler oğullarını affetmez

 

bir küçük iskender şiiri
tabii şiiri de yazacagım buraya söyle ki ;
annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum
annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş
annemin vasiyetindeki,
'oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın' maddesi kadar sevecendin.
bazı eski romanlar
'yıl bin dokuz yüz bilmem kaç' diye başlardı,
ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına,
senin oyuncaklarını kırarak başladım.
ben her sonbahara hep yaz'ı kırarak başladım.
yazları kırarak sonbaharlara başlamak...
bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı!
firari bir aşka saklanacak kalp bulmak
anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı.
belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin,
uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda
bir kalp bulmak
bir kalbe çevrilmeyeek bir teklif sunmak
okyanusları birleştiren hayali aradenizlerin sonundaydı!
ah, nasıl unuturum,
ah ben nasıl unuturum ki
annem lohusayken karnına bir gül koymuştu!
gül bu
durur mu hiç yerinde
annemin karnına yepyeni bir rahim oymuştu!
benim çıktığım rahim, cehennem
gülün oyduğu rahim, cennet!
bütün bu mağaraların demir zemberek kapılarında
babamın spermlerinin yazdığı metinler
kutsal ihanet metinleri, kutsal cehalet yeminleri,
ölü kardeşlerim
doğmamış kardeşlerim
doğmamış melek kardeşlerim, peygamber kardeşlerim, cin kardeşlerim
hepsi,
ama hepsi, karanlığın serseriliğinde pervasızca donmuştu!
annemin öldüğü gece kazıdım kafamı!
kazıdım kafamı kafatasıma kadar! ,
siyah bir tişört giydim, siyah bir pantolon
siyah çoraplar ve siyah botlar
simsiyah bir palto giydim! simsiyah bir gece giydim yüzüme!
sana geldim yas tutar gibi
sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
'beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana
'beni hiç gömme, ben hep burda kalayım'
'bu evde çürüyeyim seni ıhlamur kokan yatağında'
'bu evde dökülsün etlerim
yaz'ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali'
annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
'affet beni anne' dedim
'affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından! '
</DIV>

biten aşkı tek başına sürdüren insan modeli

 

 

pekala taraflardan biri diğerini sevmiyorken, diğerinin onu deliler gibi sevmesi mümkün olabileceğinden aşkının ateşi her daim gönlünde harlanan bahtsız kişi. nazım hikmet'in "yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?" ifadesini diline pelesenk ede ede yakıtını verir içindeki harlı ateşin.

alimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır

 

 

insani okumaya tesvik eder sozdur. ancak osmanlida ozellikle vezirlerin ve seyhulislamlarin pek isine gelmemis, genellikle bu tipteki adamlara seytandir gozuyle bakmis ve padisahlara da bunu empoze etmeyi bilmislerdir. alimler her zaman korkulan insan olmustur.

planını önce açıkla sonra yalanla politikası

 

en klasik politikacı hareketidir. önce gerçekleştirilmek istenen politikanın tüm planları en ince detaylarına kadar hazırlanır ve bir kısmı bir şekilde basına ve kamoyuna sızdırılır veya bir toplantıda ağızdan kaçırılır.
gelen tepkiye göre plan yalanlanır ve gizlice revize edilir veya hafıza i beşer nisyan ile maluldur atasözü gereği unutmaya bırakılıp bir süre sonra başarıyla hayata geçirilir. kimse bir şey anlamaz, hatta fark etmez bile.

C Sharp (programlama dili)

 

C# Programlama Dili (<I>si şarp</I> şeklinde telaffuz edilir), Microsoft'un geliştirmiş olduğu yeni nesil dilidir. Yine Microsoft tarafından geliştirilmiş .NET Teknolojisi için geliştirilmiş dillerden biridir.

Microsoft tarafından geliştirilmiş olsa da ECMA ve ISO standartları altına alınmıştır.

C programlama dilinde bir tamsayı değişkeni 1 atrırmak için ++ soneki kullanılır. C++ dili adını, C diliyle Nesneye Yönelimli Programlama yapabilmek için eklentiler (C With Classes) almıştır. Benzer şekilde C++ diline yeni eklentiler yapılarak ((C++)++) bir adım daha ileriye götürülmüş ve tamamen nesneye yönelik tasarlanmış C# dilinin isimlendirilmesinde, + karakterlerinin birbirlerine yakınlaşmış hali ve bir melodi anahtarı olan C# Major kullanılmıştır.

Bu dilin tasarlanmasına Pascal, Delphi derleyicileri ve J++ programlama dilinin tasarımlarıyla bilinen Anders Hejlsberg liderlik etmiştir.

Birçok alanda Java'yı kendisine örnek alır. .NET kütüphanelerini kullanmak amacıyla yazılan programların çalıştığı bilgisayarlarda uyumlu bir kütüphanenin ve yorumlayıcının bulunması gereklidir. Bu, Microsoft'un .Net Framewok'u olabileceği gibi ECMA standartlarına uygun herhangi bir kütüphane ve yorumlayıcı de olabilir. Yaygın diğer kütüphanelere örnek olarak Portable.Net ve Mono verilebilir.

Özellikle nesne yönelimli programlama kavramının gelişmesine katkıda bulunan en aktif programlama dillerinden biridir .NET platformunun anadili olduğu bazı kesimler tarafından kabul görse de bazıları bunun doğru olmadığını savunur.

C#.NET orta seviyeli programlama dillerindendir. Yani hem makine diline hem de insan algısına eşit seviyededir. Buradaki orta ifadesi dilin gücünü değil makine dili ile günlük konuşma diline olan mesafesini göstermektedir. Örneğin; Visual Basic.NET(VB.NET) yüksek seviyeli bir dildir. Dersek bu dilin insanların günlük yaşantılarında konuşma biçimine yakın şekilde yazıldığını ifade etmektedir. Dolayısı ile buradan yola çıkarak VB.NET, C#.NET'ten daha güclü bir dildir diyemeyiz.

Konu başlıkları

[gizle]</DIV>

Tasarım hedefleri [değiştir]

ECMA tarafından C# dilinin tasarım hedefleri şöyle sıralnır:

    C# basit, modern, genel-amaçlı, nesneye yönelik programlama dili olarak tasarlanmıştır. Çünkü yazılımın sağlamlılığı, güvenirliliği ve programcıların üretkenliliği önemlidir. C# yazılım dili, güçlü tipleme kontrolü (strong type checking), dizin sınırlar kontrolü (array bounds checking), tanımlanmamış değişkenlerin kullanım tespiti, (source code portability), ve otomatik artık veri toplama gibi özelliklerine sahiptir. Programcı portatifliği özellikle C ve C++ dilleri ile tecrübesi olanlar için çok önemlidir. Enternasyonal hale koymak için verilen destek çok önemlidir. C# programlama dili sunucu ve gömülü sistemler için tasarlanmıştır. Bununla birlikte C# programlama dili en basit işlevselli fonksiyondan işletim sistemini kullanan en teferruatlısına kadar kapsamaktadır. C# uygulamaları hafıza ve işlemci gereksinimleri ile tutumlu olmak uzere tasarlanmıştır. Buna rağmen C# programlama dili performans açısından C veya assembly dili ile rekabet etmek için tasarlanmamıştır. </LI>

Örnek "Merhaba Dünya!" [değiştir]

   class MerhabaDunya
{

//Programın ilk girdiği nokta (Entry Point)
static void Main(/*string[] args*/)
{
System.Console.WriteLine("Merhaba Dünya!");
//System isim uzayındaki Console sınıfının WriteLine() yöntemini kullanarak
//basit bir Konsol çıktısı ürettik.
}
}

Yukarıdaki örnek kod

Merhaba Dünya!

şeklinde ekranda çıktısı olacaktır. Bu kod parçası konsol uygulaması üzerinden verilmiştir. C# ile Windows Form,Consol,WPF,WCF,WF,SilverLight,Web ve daha bir çok türde uygulama geliştirilebilir.

Eleştiri [değiştir]


Performans [değiştir]

    Diğerleri gibi Sanal Makine'ye dayalı dillerden biridir, C# programlama dili direkt yerleşik kod'a derleyen dillerden daha yavaştır.[1]. </LI>

Platform [değiştir]

    .NET Microsoft uygulama bonservisi Windows üzerinde geçerlidir. Fakat, C# programlarını Windows, Linux veya MacOs üzerinde yürüten başka uygulamalar da yer almaktadır. Mono(software) ve DotGnu[1]. </LI>

Kaynakça [değiştir]


    ^ Şablon:Cite web kullanımında hata: Parametreler url ve başlık tanımlanmalı. </LI>
</DIV>

Dış bağlantılar [değiştir]


kutup ayısı ne ise yarar

bilim dünyası yıllardır meşgul eden bu soruyu yoldan geçen bir deveye sorduk. sayın devenin sözlerini ahlaki açıdan uygun olmadığı için yayınlamıyoruz.

f ci misin q cu mu

f klavye kullananlar ile q takilanlar arasinda bir zamanlarin "sag-sol kavgalari"na benzeyecek kadar geni$lemesi muhtemel sorunlarin ¢iki$i olan kamplara bolme sorusu.

cnbc-e friends'i de yayınlasın

 

 

digiturk denen platform batmadan zor olan gelişme.

tutan yabancı ürünleri türkçeleştirmek

 

yillar once bir bilgisyar dergisinde okumustum, bir kampanya baslatmaya calisiyorlardi: bilgisayar terimlerini turkcelestirme manali bir kampanya idi. dergi elemanlarina en buyuk dumuru, "ne yani, lokalizasyondan mi bahsediyorsunuz?" diyen bir sirket yoneticisi yasatmisti. insan merak ediyor, bir gun cok populer bir turk urunu (kulturel bazda alirsak tabi) gider de gurbet ellerde tutarsa acaba yabancilar ne yapar? aha, gorulmustur aslinda; adamlar hemen tarkan'in parcasini kiss kiss olarak dinlemeye baslamislardir.
turk pop'unun cikis kaynagi da biraz bu cabadan kaynaklanmistir aslinda, once yabanci parcalarin turkceleri cikmistir piyasaya sonra da "ulan, biz niye yapmiyoruz" mantigi ile de ilk turkce pop parcalari cikmistir ortaya. bilmedigi, anlamadigi bir dilde insanlara bazi degerleri pompalamaktan daha hayirlidir bu eylem.

neşe hanım'ın axess kartı var

 

 

migros'un özellikleri anlatılırken birden söylenen bu cümle ile neşe hanım ve akses kartının tanıtımına geçilmesi "bu adam dengesiz midir nedir? acaba şimdi hangi konuya geçecek?" diye sorular sordurtuyor insana. sözlükçü olsa anlarım, bir başlık görmüş aklına yeni bir şey gelmiş derim,. ama bu terbiyesizliğe reklamlarda tahammül edemem kardeşim.

artiz amca gülmekten kırdı geçirdi

artiz amca gülmekten kırdı geçirdi | izlesene.com

Asimetrik Şifreleme

Asimetrik şifreleme (public key) yöntemi simetrik şifreleme yönteminin en büyük dezavantjı olan gizli anahtarı (secret key) karşı tarafa, kimsenin öğrenmeden gönderilmesindeki zorluğu ortandan kaldırma adına geliştirilmiştir.
Asimetrik şifrelemede iki adet anahtar oluşturulur. Bu anahtarlar genel anahtar (public key) ve özel anahtar (private key) olarak adlandırılır. Public key ile veri şifrelenir private key ilede sadece şifrelenmiş veri deşiflenip orjinal hale getirilir. Public key olarak belirtilen anahtar umuma açıktır ve herkes tarafından bilinmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü bu anahtarla sadece veri şifrelenir ve bu anahtarla şifrelenmiş veriler ancak ve ancak public key e karşılık oluşturulmuş private key (özel anahtarla ) çözülebilir. Bu itibarla private key in kesinlikle gizli olarak kalması gerekir.
Belirtilen yöntem şu mantıkla çalışır. İki kişi arasında bir veri alışverişi yapıldığını varsayalım (bu iki kişi hemen bütün şifreleme kitaplarında Alice ve Bob diye geçer. Nedendir bilinmez?) Alice, Bob’a şifreli bir mesaj göndermek istemektedir. Bob kendi bilgisayarı üzerinde bir adet public key (şifreleme için) ve bir adet de private key (şifre çözmek için) oluşturur. Ve Bob oluşturmuş olduğu public key i Alice gönderir. Yolda public key in başkaları tarafından görülmesinde herhangi bir sakınca yoktur.(secret key yada simetrik algoritmalardan farkı buradadır.) Çünkü public key sadece şifreleme yapar. Alice Bob’a ait public key ile mesajını şifreler ve şifreli bir şekilde Bob’a yollar. Bob’un elinde de kendisine ait olan public key e karşılık gelen private key vardır (ve bu private key sadece oluşturulmuş olan public key ile şifrelenmiş mesajları çözer ve bu sebebten ötürü hep gizli kalmalıdır.) Bob şifrelenmiş mesajı private key i ile çözerek okur. Yolda metin şifrelenmiş olarak gittiğinden ve private key (özel anahtar) her zaman Bob un elinde gizli bir şekilde tutulduğundan mesajın güvenliği sağlanmıştır.
Alice : Plaint text + Bobs publickey = > Encrypted Text
Oluşturulmuş bu şifreli mesajı Bob’a yolla.
Bob : Encrypted Text + Bobs privatekey => Decrypted Text (Yani Orjinal mesaj)
Biraz da matematik
Bu public/private key çiftini üretmek için özel bir algoritma kullanılır. Bu algoritma ilk kez Amerikalı üç bilim adamı tarafından 1977 yılında geliştirimiştir ve ismini bu üç kişinin baş harflerinden almıştır RSA. Rivest, Shamir, Adleman. (Her ne kadar İngilizler ikici dünya savaşı yıllarında bu tip te bir yöntem keşfettiklerini ve bu yöntemi güvenlik amacıyla kimseye söylemedikleri belirtseler bile RSA yöntem olarak ilk kabul edilmiştir.)
RSA mantık olarak şöyle çalışır.
Tamamiyle asal sayılar üzerinde hareket eder..
Önce bir adet asal sayı seçilir ve buna p sayısı denir. Sonra bir tane daha asal sayı seçilir ve bunada q denir.
p = 3
q = 11 (3 ve 11 asal sayıdır dimi?)
Daha sonra bir adet bu iki sayının çarpımından oluşan N sayısı oluşturulur.
N = (p * q)
N = (3 * 11)
N = 33
Bu N sayısı Modulus olarak kabul edilir. Ve hem public hemde private key in bir parçasını oluşturur.
Daha sonra bir a sayısı oluşturulur ve bu a sayısı p değerinin bir eksiği ve q değerinin bir eksiniğinin çarpımından oluşur.
a = (p -1 ) * (q -1)
a = (3 -1 ) * (11 – 1)
a = 2 * 10
a = 20
sayısı elde edilir.
Daha sonra bir e sayısı oluşturulur ve bu e sayısı a ile herhangi bir ortak böleni olmayan bir sayı olmalıdır.
e = 7 (denebilir)
7 sayısının 20 ile ortak böleni yoktur.
Bu oluşturulan e ve N sayılar public key dir (e Exponent (yani üs) N modulus (yani mod alınacak sayı)
Daha sonra private key i oluşturmak için bir adet d sayısı üretilir ve bu d sayısı e sayısı ile çarpılıp a sayısı ile mod landığında kalanı 1 verecek şekilde bir sayı olmalıdır.
d = ? * e mod a => 1 sonucunda olmadır
bunun matematik teki yazımı şöyledir. d * e = 1 mod a, yani
d * 7 = 1 mod 20
d = 3 sonucu bulunur
çünkü 3 * 7 = 21 mod 20 de 1 sonucunu verir.
Oluşturulan bu d sayısı ile N sayısı da private key dir (d Exponent, N modulus)
Yukarıdaki örnek devam ettirilirse Bob’un kendi adına public ve private key lerini oluşturduğunu fazedelim
Bob un key çifti :
Public key : e = 7 ve N = 33
Private key : d = 3 ve N = 33
Bob oluşturduğu bu keylerden private key i çok iyi bi şekilde saklar. Ve public key i Alice’ e yollar. Alice bu bu public key ile mesajı şu şekilde şifreler. Diyelimki ‘A’ karakterini şifreleyip göndermek istiyor. ‘A’ harfine karşılık gelen herhangibi sayı oluşturur (burada ascii kodları kullanılabilir)
A harfinin sayısal değerini 16 olarak seçelim. 16 sayısını public key de bulunan e sayısı ile üs alır ve N sayısı ile de çıkan sonucun mod unu alır. Yani
X = 16 ^ 7 mod 33
X = 268435456 mod 33
X = 25
16 sayısını (ayni A harfini) 25 sayısına çevirerek Bob’a yollar.
Bob’da almış oluduğu bu 25 sayısını d ile üs alıp, N ile modlar
X = 25 ^ 3 mod 33
X = 15625 mod 33
X = 16 ya geri çevirir. (yani A)
Görüldüğü gibi Alice 16 sayısını şifreleyip 25 e çevirmişti. Bob’da 25 sayısını çözüp 16 sayısına geri çevirdi.
(Burade belirtilen örnekte şifrelemek için 33 sayısına eşit yada büyük bir sayı kullanılmamalıdır. Neden?)
Asimetrik şifreleme metodunun iki güvenliği vardır. Birincisi secret-key yönteminde olduğu gibi gizli bir veriyi karşı tarafa yollmak gerekli değildir. İkisinciside şifrenin çözülmesi için gerekli olan ihtimal sayısı çok fazladır.
Asimetrik bir algoritmanın çözülmesi için gerekli olan, p ve q sayılarının bulunmasıdır. p ve q sayıları bilinen (ve herkese açık olan) public key içerisindeki N sayısından bulunabilir. (nasıl?)
Burada belirttiğimiz örnekte sayıları hesaplayabilelim diye çok küçük asal sayılar seçtik 3 ve 11 gibi. Ancak bu şifreleme metodunda kullanılan sayılar oldukça büyüktür.
128 bitlik şifrelemede ortalama 45 haneli asal sayılar kullanılmaktadır. N sayısını oluşturmak için 45 haneli iki sayının çarpımı bulunmalıdır.
128bit lik bir şifrenin çözülmesi için ihtimal sayısı 2 üzeri 128 dir. Ve bu kadar ihtimal normal bir bilgisayar ile ortalama 2 trilyon yılda çözülür. (Saniyete 1 trilyon işlem yapabilen 1 milyon dolarlık süper bilgisayarlarla bu süre 1190 yıl dır)
Japonyada 64bit bir şifre yaklaşık 100.000 (yüzbin) bilgisayarın paralel bağlanarak ortak çalışması sonucunda yaklaşık 3,5 yılda çözülmüştür.
Bügün internet üzerinde SSL ile kurulu sayfalarda 128bit lik şifreleme kullanılır. (sizin kredi kartı bilgilerinizin korunması için) ve her zaman şifrelemede verinin geçerlilik süresi çözülme süresinden az ise güvendesiniz demektir.
Yani SSL kullanılan bir sayfada şifrelenerek yollanan kredi kartı bilgileriniz 1190 yıldan fazla süre yürürlükte kalmayacağı için 1190 yıl sonra çözülmüş olmasının bir mahzuru yoktur. Özel şifreleme programları ile 4096 bitlik (PGP Corporation - Hard Disk Encryption, File Encryption, Secure ftp Server, Hard Drive Encryption, Enterprise Data Protection - PGP Corporation) şifreleme yapılabilir bu şekilde gerçekleştirilmiş bir şifrenin çözülme ihtimali 2 üzeri 4096 yani yaklaşık olarak 10 üzeri 500 dür. Bu sayının büyüklüğünü anlamak için şöyle bir örnek verilebilir. Dünyada bilinen atom sayısı 10 üzeri 70 dir.

Vigenere Şifresi

Tarihi:
İlk olarak 1553 yılında Giovan Batista Belasa tanıtılmış 16. yüzyılın sonlarında Blaise De Vigenere bu yöntemi düzenleyip kullanmıştır ve bu yöntemin adı “Vigenere şifresi” olarak kalmıştır.

 

Tanımı:
Vigenere şifreleme yönteminden önce anlattığımız şifreleme yöntemlerini kısaca yeniden hatırlarsak, şifreler genel olarak bir alfabede yer değiştirme fonksiyonları ile oluturuluyordu. Buna en basit örnek olarak sezar şifreleme yöntemini verebiliriz. Tabiî bu yer değiştirme algoritmaları ile yazılan şifrelerde olasılık düşüktü ve şifre deneme-yanılma (yineleme) yöntemiyle kırılabilecek tarzdaydı. Vigenere yöntemi ile bu olasılık biraz daha büyültülmüştür. Bu yöntemin en büyük özelliği çoklu alfabe kullanmasıdır. Bundan kastımızı da aşağıdaki tabloya bakarak anlayabiliriz.
<IMG class=resizeimage alt="" src="http://www.mutasyon.net/imx/makaleler/kriptoloji/vigenere_12.gif" onload="" border=0></DIV>
Bu tabloya Vigenere tablosu denilmektedir. Bu yöntemle şifreleme yaparken Vigenere tablosunda periyodik döngüler ile yer değiştirme işlemleri yapılır.. sezar şifreleme yöntemini göz önünde bulundurup tablonun ilk satırına bakarsak arada bir benzerlik göreceğiz. Sezar yöntemine göre burada öteleme (kaydırma – shift) sayımız 0, son satıra göre de 25’dir ve ya 26x26 lık bir matris şeklinde de düşünebiliriz. Bunu birinci satırı bir şerit gibi düşünürsek her seferinde bir yana kaymasıyla oluşan tablo bize vigenere tablosunu verir.
Böylelikle alfabe ile yer değiştirme arasında bire-bir değilde bir-çok bir ilişki sağlamış oluruz.
Yani 26 karakterlik her harfe karşı bir tane 26 karakterlik harf şeridi karşılık gelir. Aslında bu şeridi oluşturan harfler hep aynıdır fakat yerleri kaydırılarak (shift edilerek) değiştirilmiştir.
Burada Vigenere şifreleme yönetiminin iki metodu olan autokey metodu ver keyword metoduna değineceğiz.
Autokey Metodu:
Bir mesajı Vigenere autokey metoduyla şifrelemek için gönderici ve alıcı bir başlangıç anahtarı (priming key) üzerinde anlaşmış olmalıdırlar. Bu başlangıç anahtarı (priming key)
tek harften oluşur. Mesajın şifrelenmeye başlaması için bu anahtara ihtiyaç duyarız. Yöntemimizi tarif edecek olursak; şifrelenecek düz metnimizi bir satıra yazalım. Bunun alt satırına da başlangıç anahtarımızı (priming key) yazalım. Böylece gönderici düz metindeki harfleri ve başlangıç anahtarını kullanarak Vigenere tablosundan şifrelemeyi yapar. Şifreleme işlemi ise düz metindeki harfleri Vigenere tablosunun satır başlarından, başlangıç anahtarımızı da sütun başlarından bakarak bu ikisinin karşılık geldiği (kesiştiği) harfler bizim şifreli metnimizi oluşturur.
Düz metindeki ilk harf ile başlangıç anahtarımızı kesiştirip bir harf buluyoruz. Daha sonra düz metindeki ikinci harfin şifrelenmesi için başlangıç anahtarı olarak bu sefer düz metindeki ilk harfi seçiyoruz yine tablodan bakarak ikinci harf içinde bu şifreleme işlemi yapılır. Böylece üçüncü ve diğer tüm harfler bu mantıkla şifrelenir. Bu söylediklerimizi bir örnek üstünde gösterelim.
<IMG class=resizeimage alt="" src="http://www.mutasyon.net/imx/makaleler/kriptoloji/vigenere_11.gif" onload="" border=0></DIV>
Örnek:
Başlangıç anahtarı (priming key): B
Düz Metnimiz: DEFTER
Şimdi yukarıdaki tarife göre şifreleme işlemine geçelim.
Düz Metin: D E F T E R
B. anahtarı: B D E F T E
Şifreli Metin: E H J Y X V
Böylelikle şifreli metnimizi “EHJYXV” buluruz.
Çözümü
Alıcı olarak elimizde şifreli metnimiz ve daha önce üzerinde anlaştığımız başlangıç anahtarımız var. Yine bir satıra şifreli metnimizi yazıp alt satıra da başlangıç anahtarımızı yazıyoruz. Bu sefer tabloda satır başı olarak başlangıç anahtarımız olarak alıyoruz ve şifreli metnimizdeki karakteri bulana kadar sağa ilerliyoruz. Yani anahtar ile kesişimi şifreli metindeki karakter olan harf bizim düz metnimiz oluyor. İlk harf için bu işlemi yaptıktan sonra. Şifreli metindeki ikinci harfin çözümü için başlangıç anahtarı olarak bu sefer düz metindeki ilk harfi seçiyoruz. Bu işlemleri devam ettirdiğimizde düz metnimizi elde ederiz.
Şifreli Metin: E H J Y X V
B. anahtarı: B D E F T E
Düz Metin: D E F T E R
B ile başladık, kesişimi E olan düz metnimiz D oldu. Başlangıç anahtarı olarak bu sefer D yi alıp işlemleri tekrarladık. Düz metin olarak “DEFTER” `i bulmuş olduk.
Güvenlik:
Kırılması sizinde tahmin edeceğiniz gibi çok basittir. Başlangıç anahtarı olarak alfabede seçilecek 26 karakter vardır. Buda 26 olasılık ile bu şifrelemenin çözülebileceğidir. Onun için bundan daha kuvvetli olan anahtar kelime metodunu (keyword metod) görelim.
Keyword Metodu:
Aslında autokey metoduna biraz benzemektedir fakat orda başlangıç anahtarı olarak bir harf seçerken burada bir kelime seçmekteyiz. Hemen örneğimize geçersek.
Düz metin: DEFTER AL BANA
Anahtar kelime: SORU
Yine bunları alt alta yazalım fakat beşerli harf gurupları halinde olsun.
Düz Metin: D E F T E R A L B A N A
Anahtar: S O RU S O R U S O R U
Şifr. Metin: V S E N W F R F T O E U
D yi satır başından S yi sütun başından seçip kesişim olarak V bulduk. Sonra aynı şekilde E yi satır başından O yu sütun başından seçip S yi bulduk. Bu mantıkla tüm harfleri şifreledik. Şifreli metnimiz “V S E N W F R F T O E U” oldu.
Çözümü:
Şifreli metnin çözümü için yine autokey metodundaki yol izlenir. İlk satıra şifreli metin alt satıra da anahtar kelime yazılır. Yine beşerli guruplar halinde yazalım.
Şifr. Metin: V S E N W F R F T O E U
Anahtar: S O RU S O R U S O R U
Düz metin: D E F T E R A L B A N A
Satır başını S alıp kesişimi V olan harfimizi D düz metin harfimiz oluyor. Böylelikle düz metin bulunmuş oluyor.
Güvenlik:
Autokey metoduna göre çok daha kuvvetlidir. Görüldüğü gibi anahtar kelimenin boyu arttıkça şifreleme daha güçlü olmaktadır.
Vigenere şifresinin kriptoanalizi:
Vigenere şifreleme yönetmi bundan önce bahsettiğimiz yöntemlere göre daha kuvvetli dir fakat günümüz teknolojisini düşünürsek yine çok zayıf kalan bir algoritmadır. Şifreli yazının kırılması için gerekli olan anahtar uzunluğunun bulunmasıdır. Autokey metodunda anahtar uzunlığı 1 olduğu için 26 olasılıkla hemen düz metini elde ediyorduk.anahtar kelime metodunda ise kelime uzunluğu çözümü bulmak için yeterlidir. Şimdi bu algoritmaların kırılması için iki yöntemi ele alacağız. Bunlar Firiedman ve Kasiski testleridir.
Friedman Testi:
Bunu daha çok kapa testi olarak duyarız. 1925`te William F. Friedman tarafından bulunmulştur. Kendisine dayanak olarak şifreli metinde tekrarlanan karakter çiftlerinin baz alarak anahtar kelime uzunluğunu bulmaya çalışır. Gerekli formülleri verecek olursak
<IMG class=resizeimage alt="" src="http://www.mutasyon.net/imx/makaleler/kriptoloji/cryptanalysisfriedman1.jpg" onload="" border=0>
<IMG class=resizeimage alt="" src="http://www.mutasyon.net/imx/makaleler/kriptoloji/cryptnalysisfriedman2.jpg" onload="" border=0>
N(i) ler A,B,C,….,Z nin frekanslarıdır. N ise alfabedeki harf sayısıdır. 0,065 ten bahsedecek olursak; daha önce dediğimiz gibi rast gele seçilmiş iki harf grubunu (AB gibi) tekrarlanma olasılığının bulunmasına dayanır. Rastlantı dizi değeri olarak İngiliz alfabesinde tek harfe göre bu değer 0,077 Türkçe de 0,063 dür. İkili harf grubu için bu değer türkçede 0,059 ingilizcede 0,065 tir işte buna rastlantı dizi değeri diyoruz. Formülde verilen k ise tahmini anahtar uzunluğumuzdur.
Kasiski Testi:
Bu testte Friedman testi gibi anahtar kelime uzunluğunu bulmaya yöneliktir. Bunu bir örnek üzerinde anlatalım.
Düz metin: i have seen many beautiful Works of art over the years but there is one particular painting that impressed me more than any other it is called thescream and it was painted by edvard munch
Anahtar: help
Şifreli Metin: PLLKLWPTUQLCFFPPBXTUBPHDYODDMECIVZPGALPNLEC HIYEIOICTPWZCLTLGAMNJSECEHMYIPRRIOEEXTTCTZWPSTIXDYIEWHRLCFS EWLVTIPWNPSPPSALPHJVPPTEYSPXHPZTLXUXPSICPSCECSTYYRO
Şimdi burada önemli olan şifreli metinde tekrar eden harf gruplarıdır görüldüğü gibi “LCF” ve “ALP” tekrar etmektedir. Şimdi bunlar üzerinden anahtar kelime uzunluğunu bulalım.
Harf grubu
Yeri
Uzaklık
Çarpanlar
LCF
10 98
88
2 4 8 11 22 44 88
ALP
36 116
80
2 4 5 8 10 16 20 40 80
Yeri; şifreli metinde baştan başlayıp sayarak harf gurubunun olduğu yere kadar olan uzunluğu buluyoruz.
Uzaklık; bulduğumuz şifreli metindeki tekrarlanan harf gruplarının bir birine olan uzaklığı.
Çarpanlar; Burada ise bulduğumuz uzaklık sayısının çarpanlarını alıyoruz.
Bu veriler elimizdeyken kelime uzunluğu hakkında 2 , 4 veya 8 dir diye tahmin yürütebiliyoruz. 8 uzun bir kelime 2 de kısa bir kelime olacağından en uygun tahminimiz olarak 4 ü kullanabiliriz.
Şimdi anahtar kelime uzunluğu ile şifreli metnimizi nasıl kıracağımıza bakalım
Şifreli Metin: PLLKLWPTUQLCFFPPBXTUBPHDYODDMECIVZPGALPNLEC HIYEIOICTPWZCLTLGAMNJSECEHMYIPRRIOEEXTTCTZWPSTIXDYIEWHRLCFS EWLVTIPWNPSPPSALPHJVPPTEYSPXHPZTLXUXPSICPSCECSTYYRO
Anahtar uzunluğumuzu 4 olarak almıştık. Buda demektir ki anahtar kelimemizin ilk harfi ile şifreli metnimizin 1,5,9,… karakterleri aynı harf ile şifrelenmiştir.
1. harf PLUFBBYMVALIOPLASHPOTZTYHFLPSAJTPZUICTO
2. harf LWQFXPOEZLEYIWTMEMRETWIIRSVWPLVEXTXCEY
3. harf LPLPTHDCPPCECZLNCYRECPXELETNPPPYHLPPCY
4. harf KTCPUDDIGNHITCGJEIIXTSDWCWIPSHPSPXSSSR
Bundan sonra bir dizi frekans hesabından geçiriyoruz. Aynı örneğin benzeri burada var…
Fakat sizde internette buna benzer çözümlemeler yapmak isterseniz.
http://www.cs.uri.edu/cryptography/classicalvigenerecryptdemo.htm
Adresinden şifreli metinimizi çözmek için gerekli adımları takip edebiliriz.
Önce metin girilir. Harflerin şifreli metinde kaç kez tekrarlandığı bulunur. Rastlantı değişkeni elde edilir. Bizim örneğimiz için (0.05538355693154455) dir.. Sonra keyword uzunluklarımızı gireriz.. Yukarıda bunu 4 olarak belirlemiştik. Sonra 5 girin hatta 3 üde deneyiniz.. Göreceksiniz ki frekans hesabında en yakın değeri 4 de alacaktır. Bundan sonra yine bizim yukarıda ayırdığımız gibi harflerimiz dört guruba ayrılır. Şimdi kesinleştirmiş olduğumuz anahtar kelime uzunluğunu girersek. Karşımıza “help” çıkağını görürüz.. Bundan sonrası da basit zaten…
Kaynaklar:

Afin Şifreleme Yöntemi

 

Tarihi ve Tanımı:
Simetrik (Sezar şifreleme metodu) şifreleme yöntemi ile yazı üzerinde 27 farklı dönüşüm yapılabiliyordu. Biz İngiliz alfabesini göz önünde tutarsak 26-1=25 dönüşümden söz etmemiz gerekir. Buda simetrik şifreleme yönteminin güvenli olmadığını gösterir. Afin yöntemi ile simetrik şifreleme yöntemi biraz daha genelleştirilmiştir ve güvenlik azda olsa simetrik şifreleme yöntemine göre daha güçlüdür. Tabi bu kağıt kalem kriptolojisinin bir örneği olduğundan bunu günümüz koşullarına göre düşünürsek. Çok çok zayıf bir yöntem olduğunu görürüz. Fakat bu bize kriptolojinin temel mantığını kavratmak için güzel bir örnek teşkil etmektedir.
y=(ax+b)MODm fonksiyonunu göz önüne alalım.
Burada x düz metindeki harflerin sayısal karşılığı, m düz metinde kullanılan alfabenin karakter sayısı, a ve b gizli sayılarımız ve y de fonksiyonumuzun işlem sonucunda aldığı değerdir. Y nin x e geri dönüşümü ise x=ters(a)(y-b)MODm formülü yardımıyla hesaplanır. Ters(a), a ile çarpımının modülo m e göre sonucu 1 olan sayıdır. Bunun kısaca şöyle ifade edebiliriz.
(a*ters(a))MODm=1
Aşağıdaki örnekte gördüğümüz gibi y=11x+4MOD26 şifreleme fonksiyonunu kullandığımız da E ve S harfleri W ve U şeklinde şifreli hallerini alır. Hesap modülo 26 aritmetiğini içerdiğinden, eğer çarpan 26 ile en büyük ortak bölene sahip ise bazı karakterler beklenen sonucu vermeyebilir. Bu yüzden m ve a nın en büyük ortak böleni 1 olmalıdır. Yani aralarında asal olacak şekilde seçmeliyiz.
Örnek:
Farzedelim ki mesaj y=(11x+4)MOD26 fonksiyonu ile şifrelensin. Şifreli metnimiz MONEY. Öncelikle düz metnimizdeki her bir karakterin aşağıda verilen listedeki olduğu gibi 0 ile 25 arasındaki sayısal değerlerini bulmalıyız.
A-0
B-1
C-2
D-3
E-4
.
.
.
Y-24
Z-25 Böylece MONEY metnimizin uygun sayısal değerleri 12, 14, 13, 4 ve 24 tür. Buradaki her bir değer için daha önce belirlediğimiz y=(11x+4)MOD26 fonksiyonunu kullanırsak.
M: y =(11*12+4)MOD26=6 ---- G
O: y =(11*14+4)MOD26= 2 ----- C
N: y=(11*13+4)MOD26=17 ----- R
E: y=(11*4+4)MOD26=22 ----- W
Y: y=(11*24+4)MOD26=8 ----- I
Böylece bulduğumuz şifreli metnimiz “GCRWI” olur.
Şifre çözümü:
Şifre çözümü (deşifreleme) için y fonksiyonunu aşağıdaki gibi değiştirelim.
x=(ters(a)(y-b)MODm deşifreleme fonksiyonumuz
a=11 ve b=4 demiştik.
Böylelikle x=ters(11)(y-4)MOD26 yı elde edebiliriz.
Ters(11)MOD26=19 ve bu şekilde deşifreleme fonksiyonumuz x=19(y-4)MOD26 olur.
Şimde şifreli metnimiz olan “GCRWI” deki her bir karakterin karşılığı olan sayısal değeri tablomuzdan bulalım. 6,2,17,22,8 dir.
G: x=19*(6-4)MOD26=12 ------M
C: x=19*(2-4)MOD26=14 ------ O
R: x=19*(17-4)MOD26= 13 ---- N
W: x=19*(22-4)MOD26=4 ----- E
I: x=19*(8-4)MOD26=24 ------ Y
Bu sayede düz metnimize ulaşırız “MONEY”.
Analiz:
Düz metindeki her bir karakterin y=(ax+b)MODm fonksiyonu ile şifrelendiği bildiğimizden Afin yöntemini iki lineer denklemin çözümüyle kırabiliriz.
Örneğin
“IF” ----- “PQ”
I---P: 8a+b=15MOD26
F---Q: 5a+b=16MOD26
Bu işlemin sonucunda a=17 b=9 çıkar. Böylelikle verilen metin kolayca kırılabilir.

Simetrik Şifreleme ve İmparator Sezar

Örnek verebileceğimiz en basit simetrik şifrelerden biri Sezar Şifresidir. Neredeyse tüm kriptoloji kitaplarının giriş bölümlerinde Sezar Şifresi örneğine rastlarsınız.
Bunu bir örnekle hemen anlatayım:
Mesela göndereceğimiz metne yine M diyelim, bunun şifrelenmeş halinede C diyelim. (ingilizce karakterler göz önüne alınmıştır)
M: “Mutasyonda bir makale”
C: “Nvubtzpoeb cjs nblbmf”
Görüldüğü gibi alfabedeki tüm harfleri sayılara eşit tutarsak (A=1, B=2, C=3...) sonra gönderilen yazıda ve A =>B, B=>C, C=>D, ..., Y=>Z, Z=>A şeklindedir.
Algoritmamızın mantığı şudur: gelen her harfin sayısını bul ve bir ilersindeki sayıyı yerine yaz. (sezar şifresi için).
Sezar Şifresi tek alfabeli yer değiştirme veya permütasyon şifreleri arasında değerlendirir. Çözülmesine gelince de. Türk alfabesini göz önünde tutarsak 28 karakterden oluşacağı için, en fazla 27 ilersindeki harfi alabilir deriz. Buda 27 deneme yapmamıza mal olacaktır. Şifrenin bulunma denemesini ortalama olarak 27/2~=15 de diyebiliriz. Birde yazılan harfin yerine herhangi bir harf konulduğunu düşünürsek bu sefer yaklaşık olarak 28! (yirmi sekiz faktöriyel) kez denemek zorunda kalırız.